Sıkıntılı bir dönemin , zor şartlarında büyümüş çocuğuymuş babam. 1930 yılının İstanbul’unda Boşnak kökenli bir ailede doğmuş. Dedemi hiç tanımadım. Erken yaşta vefat etmiş ve tek erkek çocuk olan babam, ailenin sorumluluğunu üstlenmiş.
Babamın dedemle ilgili anlattıkları arasında en belirgin şey dedemin sözüne sadık bir insan oluşudur. Öyle ki, babam sanat okuluna gidermiş. Dedem okumayan, çalışmayan yeğenini bir meslek sahibi olsun diye fabrikaya önermiş “Yarın çırak olarak getireceğim” demiş. Fakat ertesi sabah yeğeni kaçıp gidince götürecek kimseyi de bulamayınca sözünden dönememiş. Almış babamı, götürmüş çırak diye. Babam hiç itiraz etmemiş dedeme. Ortada verilmiş bir söz var nede olsa.
Bir süre akşam lisesine devam etmiş. Sonra iş yükü ile yürütemeyince okuldan ayrılmak zorunda kalmış. “Çok pişmanlık duymadım” derdi okulu tamamlayamadığı için. Çünkü mesleğinde aranan, kıymet gören bir tornacıymış. “Hiçbir zaman iş aramadım, hep iş buldu” beni derdi. Hakikaten çok başarılı idi..
Şartlar zor olsa da mutlu bir çocukmuş. Hikayelerini ağzım açık dinlerdim. Kedisi, keçisi, kuşu daha pek çok hayvanı olmuş. Mahalleden çocuklarla saka yakalamaya giderlermiş. “Sakaları yakalamak ve salmak dışında hiç eziyetimiz olmazdı” derdi. Bir gün babaannem tertemiz yıkamış, beyaz bir gömlek giydirmiş babama. Pabuçları bahçeye fırlatıp saka yakalamaya koşan babam tuttuğu tüm sakaları gömleğinin içine doldurmuş. Eve gelene dek pislemiş kuşlar . Bu hali gören babaannem bahçede kovalamış durmuş babacığımı. Gülerek anlatırdı bu hikayeyi. Yine bir gün, daha küçük bir yaştayken, odada canı sıkılmış. Mangaldaki külleri maşa ile alıp divanların üzerine koymuş, şekiller vermiş, desenler yapmış. Babaannem odaya girdiğinde gördüğü manzara karşısında basmış feryadı.
Çok güzel resim çizerdi. Hatırlarım, bir gün aynaya bakıp kendi resmini dahi çizmişti. “İş yerinde Aslan adında bir çocuk vardı. Bir an içimden gelip ağzında sigarası olur halde resmini çizmiştim. Aslan pek beğendi ve atölyenin duvarına astı. Gelen giden –Aslanın resmi değimli bu? Derdi. O derece benzemekteydi. Aslan resmi eve götürdü, “Babam hariç herkese gösterdim Selami abi, ağzımda sigara olmasaydı babam da görecekti” demişti.” Diye anlatırdı.
Okul döneminde de yaptığı karakalem portreler pek beğenilir, eğitmenleri tarafından takdir görürmüş. Ben de resim derslerimde kendisinden yardım isterdim. Bir gün ödevimiz postane resmi çizmekti. Yapamadım, sıkıldım. Babamdan rica ettim. “sen yap, bende ona bakıp yapacağım” dedim. Keyifle almıştı kalemi eline. Pardösülü, fötr şapkalı adam telefonda görüşüyor, yaşlı bir kadın mektup atıyor, genç bir kız adres yazıyor, görevliler çalışıyor, solda banko sağda dizili ankesörlü telefonlar… Hayran olmuştum. Fotoğraf gibiydi. Defterin bir sonraki sayfasına bende çizmeye çalıştım benzerini , pek tabi başaramadım. Ama o resmi öğretmenime gösterdim “Bunu babam, bunu da ben çizdim” dediğime öğretmenim Işık hanım hayret içeren bir ses ile “Çok başarılı, çok yetenekliymiş baban” demişti.
Sesi de çok güzeldi. Münir Nurettin şarkıları söylerdi. Yalıköy’ de olan yazlık eve gidişlerimizde bir noktadan sonra dağ yollarına girerdik. “Hadi babacığım başlayalım” dediğimde “Leyla bir özgecandır” ile başlardı. Eli makama uygun ahenkle bükülürdü. Sesi buğulu bir hal alırdı. Bende eşlik ederdim. Hemen iltifat sözleri dökülürdü dudaklarından “Aman kızım ne hoş sesiniz var, kimden aldınız bu özelliğinizi” derdi, gülüşürdük. “Gülmedi şu bahtım, gülmedi gitti” ile devam ederdi. Annem arka koltuktan şakayla mızmızlanır “Mesaj mı içeriyor yoksa bu şarkı” diye babama takılırdı. Babacığımda “Sen benim başımın tacısın hanım, yüzümü güldürenimsin” der gönlünü alırdı.
Matematik zekası kuvvetli, tarih bilgisi engin, siyasi görmüşlüğü mühim, İslami hassasiyeti derin bir adamdı. Anılarını, bilgilerini bizlere anlatmaktan mutluluk duyardı. Ben onu dinlemekten bambaşka bir keyif alırdım. Keşke daha çok anlatsa ve ben daha fazla dinlese idim. Keşke eşim ve oğlum onu sağlıklı hallerinde tanımış olsalardı. Hele oğlum… Dedesi ona ne meziyetler katardı, kim bilir…
Bir yanıt yazın