Efendimiz buyurdular:
Çocuklarınıza ikramda bulunun;(yani)onları güzel terbiye edin. (ibn Mace)
Helal süt ve helal sevgiyle eğitilmiyorsa bir çocuk, bozuk biçimli bir yetişkinden öte nedir ki?!..
Birinci…
Beşiğine yıldızlar yağan çocuk, seni seviyoruz!
Yanaklarından derlediğimiz gülüşleri büyütürken içimizde, sana sultan dedik ve bitmeyen ninniler dinledik minicik kelimelerinde, sonsuz hayaller yaşadık. Kadife rüyalarımızda sınırsız ülkü olup ipek yapraklarla açan bir tomurcuktun sen, sevdalar uğuru, süveydalar nuru. Ruh güzelliğin yüzündeki güzellikçe çoğalsın istedik; kitabımıza ismini, duvarımıza resmini koyduk. Biz iki çocuktuk, seni büyütürken büyüdük.
İkinci…
Kollarında ışıklı dünyalar taşıyan çocuk, seni seviyoruz.
En güzel rüyayı geleceğin için gördük, ve bütün biyografini bir peri masalından yola çıkarak yazdık. Issızlığın canhıraş hıçkırıklarını elediğimiz zamanları neşeli avuçlarında erittik. Bir prenses idin sen, masalları çalınmış kelebeklerin ve balı emilmiş peteklerin tesellisi. Böğrümüzden sepken dökülen gecelerde, gönül ferahımız idin sen. Hayatın anlamını keşfettikçe nazenin çocukluğunda, gitgide anne olduk, baba olduk.
Üçüncü…
Ak köpüklü maviliklerde iksir arayan çocuk, seni seviyoruz!
Güzel güzel yerlerde güzel isimlerle çağırdık seni, alperenlerce büyüttük hayallerimizde. Masala dönen yıllarda unuttuğumuz sisler arkasındaki derin teessürlerimizin perdelerini yırtan küçük şehzade sen ol istedik; ve mağrur bilgileri derleyen uçurtmalarını saldık göklere yıldız yıldız, umut umut… Sen büyürken biz kemâle ermiştik.
Ve diğerleri…
Afganistan’ın, Filistin’in ve sokakların çocukları… Misketlerine kurşun isabet eden, oyuncakları hiç tanımayan çocuklar. Sesi karanlığa karışan ve Kaf dağında simurglarla yarışan çocuklar. Hüzünlü seherlerin kor kor damlalarla parlayan hakikatlerini, âvâre gözyaşlarında yıkayan çocuklar. Taş döşeklere uzanıp karlara yorgan diye örtünen, beyazlığa açık pencerelerden bulgur bulgur şefkat dilenen serçeler. Sevgilerinin hülyalı şarkısında annelerinin, babalarının hicranı bestelenirken kahırlarının inzivasında mezarlıkların çigan estiği çocuklar. Kendine vurgun denizlerin imbatlarında buğulu bir camı bile olmayan evlere hasret çocuklar.
Sevdalarına çarmıhlar kurulan ceylanlarımız bizim, uzaklardaki çocuklarımız!.. Başında kar, özünde bahar yaşayan; ve vermediğimiz sevgileri yaprak yaprak gönüllerinde taşıyan çocuklarımız.
Kemiğinin zarafetinden belli olur bir çocuğun cesedi, ve talihlerini kesmeyen bıçaklar etlerini keser dar sokakların izbe çığlıklarında. Bir melek “anne!” der, bir çiçek “baba!” söyler son nefesinde… Korkusu gece olan, korkusu yalnızlık olan çocuklarımız sokaklarda hâlâ ölmeyi bekliyorlar geceden ve yalnızlıktan korkarak.
Gözyaşları denizlere ulaşmada çocukların, âh ateşlerinin kıvılcımları güneşi tutuşturmada. Yıldız değil gördüklerimiz, gözyaşlarıdır savrulmuş yavrucakların. Çarptıkça kırılan kalplerinde çobanlar ve çıngırak sesleri ve karabaşlar yollarını yitirdiler. Badem şekeri ve leblebilerle dolu ceplerinde bir tek gözyaşları kaldı tane tane… Gül iken küle döndüler.
Havai fişek diye bakıyor çocuklar artık bomba yalımlarına, kuyruklu yıldız niyetine seyrediyorlar füze ışıklarını. Noel babanın hediyesi patriotların, scudların enkazından kendilerine oyuncak üretiyor minicik elleri… En coşkulu derelerde dolunayların öptüğü kumrucuk alınlarını, şimdi damperli kamyonlar çiğniyor. Ve yarısı yaşanmamış hayatlarını yarısı kirlenmiş bir dünyada bırakarak küsüp gidiyorlar bize, serviliklerin koyu gölgesinde birikiyorlar birer ikişer; kentleri, kıyıları, dağları, ormanları, anneleri, babaları, sevgileri yaşamadan… Yalnızca keloğlanı ve kırmızı başlıklı kızı alıyorlar yanlarına.
Biyolojik savaşlarda ölmez bir çocuk, asıl sevgisiz kalınca ölür. Ve “Git başımdan çocuk!”tan sonra binip giderler uçan halılarına çocuklar.
Kırk Güzeller Çeşmesi- İskender Pala
Bir kadın için milattır, çocuk doğurmak. Hamile olduğunu anladığında içine düşen kor, doğuma kadarki heyecan ve sonrasında onu en iyi şekilde yetiştirmek kaygısı… Bütün anneler için benzer bir süreçtir, bu yaşananlar… Kucağına aldığında içinin titrediği minik varlığın, yıllar içinde büyüdüğünü görmek annelerin en büyük kıvancıdır. İlköğretime başlayan çocuklar, yavaş yavaş parayla da tanışmaya başlar.
‘’Anne bana 1 lira verir misin?” soruları başlar. Okul kantininden alınan sakızlar, şekerlemeler, onlar için inanılmaz bir kendi başınalık deneyimidir. İşte bu günler, miniklerin pek çok konu gibi para konusunda da temel prensipler edindiği zamanlardır. Ona, parayı bir araç olarak kullanmayı öğretmek ve parayla ilişkisini düzenlemek gerekiyor.
Bence bu yazıyı okuyun ve çocuğunuzu üzmeden, siz de sıkılmadan, bir sorunu daha geride bırakmanın mutluluğunu yaşayın. Biliyorsunuz, çocuğunuzla birlikte alacağınız yolda aşılacak çok engel var. Sabır ve samimiyet ise şart…
1- Harçlık verin
Harçlık, parmakizi gibidir. Çocuğunuza 7 yaşından itibaren haftalık, 13 yaşından itibaren ise aylık olarak verin. Harçlığı hangi ihtiyacı için biriktirmesi gerektiğini oturup birlikte planlayın.
2- Çocuğunuzla konuşun
Aldığınız her şeyin bir bedeli olduğunu öğrensin. Mesela; yaptığınız alışverişlerde neye ne kadar para verdiğinizi söyleyin. Aldığınız oyuncağın ne kadar olduğunu, yediğiniz yemeğin fiyatını söyleyin. Bedava sanmasın.
3- Finansal durumunuzu anlatın
Çocuğunuzla ekonomik durumunuzu konuşun. Ne kadar kazandığınızı, borcunuz olup olmadığını bilsin. Çocuğunuz sizdeki huzursuzluğu sezer, anlamlandırması için yardımcı olun.
4- Ekstreleri gösterin
Çocuğunuz alışverişlerinizi sürekli kredi kartıyla yaptığınızı gördüğü zaman ‘paraya’ farklı anlamlar yüklemeye başlayabilir. Ay sonunda kredi kart ekstrenizi göstererek ona kredi kartının bir ödeme aracı olduğunu anlatın.
5- Samimi olun
Eğer bildiklerinizi anlatmazsanız, onun parasal konularda bazı olguları kendi kendine anlamlandırması için ona yardımcı olmuş olursunuz. Mesela: ATM’den birlikte para çekin. Ve ona anlatın. Anlatmazsanız, çocuğunuz ATM’nin ne zaman canı isterse para akan bir yer olduğunu düşünebilir.
6- Kumbarası olsun
Ben, çocuğum için 3 ayrı kumbara yapıyorum. Biri birikim yapabilmesi için, biri harcamaları için, diğeri ise yardım kumbarası. Kumbaraların üzerine almak istediği oyuncağı ya da hedeflerinin resmini yapıştırabilirsiniz.
7- Öğrendikçe hatırlayacaktır
Geçenlerde bana şöyle bir soru geldi: “Çocuğum gördüğü her oyuncağı istiyor, alacak paramız yok ne yapacağız Özlem Hanım?” Eğer çocuğunuza finansal durumunuzu anlatır, birlikte bütçe planı yaparsanız, çocuğunuz alınan her şeyin bir bedeli olduğunu, neye gücünüzün ne kadar yetebileceğini bilecek ve isteklerini bu doğrultuda şekillendirecektir.
8- Hedef listesi yapın
Çocuklarınızın hedef listesi olsun. Hedeflerini, önceliklerini yazsınlar. Sonrasında bu hedef ve isteklere ulaşması için nasıl bütçe yapacağını gösterin.
9- Ceza vermeyin
Çocuğunuzun harçlığını keserek onu imtihan etmeyin. Harçlık vermek, ödüllendirme ya da cezalandırma yöntemi olmamalı. Çocuğunuzdan yapmasını istediğiniz şeylerin karşılığında para teklif etmemelisiniz. ‘Para kazanmadığı hiçbir şeyi yapmak istemeyecek’ hale gelmesin ileride.
10- Param yok
Çocuğunuzun isteği ve ısrarı karşısında ona vereceğiniz cevap: Param yok, olmasın. Eğer gerçekten almak isteyip maddi yetersizlikten alamıyorsanız bunun bu şekilde olduğunu çocuğunuza mutlaka anlatın.
Gördüğünüz gibi finansal huzura samimiyetle ulaşıyoruz. Her şeyi net şekilde anlatırsak eğer çocuklarımız hem parasını hem hayatını daha iyi yöneten bireyler olacaktır.
Özlem Denizmen
http://www.anneysen.com
…eski Türk filmlerinde vardı… Hulusi Kentmen’in canlandırdığı, oğullarını döven baba tiplemeleri…
Ortalama her filmde; hatta aynı film içinde farklı nedenlerle oğullarını döverdi… kimini çapkın olup kadın peşinde koşturduğu için… kimini kumar oynadığı için…
…anlamadığım şey, neden “Düşünen” evladını da dövdüğüydü babanın…!
“…devleti kurtarmak sana mı kaldı…? Sistemi eleştirmek sana mı kaldı…? Sen kim sistemi eleştirmek kim…?” diye de hırpalıyordu oğlunu.
Kendi babamı düşünüyorum… bize sürekli sorgulamamızı tembih ediyordu… “Yavrularım… sorgulayın… hayatı sorgulayın…” diyordu… “Yaşadığınız hayattı sorgulayın… kainatı sorgulayın… insanı sorgulayın… bu hayatın öncesini sorgulayın… hayatın sonrasını sorgulayın… sorgulamadan yaşadığınız bir hayat, sorgulamadan taşıdığınız bir düşünce hiçbir değer taşımaz… sorgulayın ki herhangi bir şeyi kabul ederken, kabul ettiğiniz şeyin ne olduğunu bilerek kabul edin… ve yine sorgulayın ki, reddettiğiniz şeyin ne olduğunu bilerek red edin… aksi halde koyundan farkınız kalmaz… koyun gibi davranmak insan onuruna yakışmaz… sorgulayan bir beyinden hiç kimseye zarar gelmez… ne kendinize ne de çevrenize… ama sorgulamıyorsanız, bir ömür boyu taşıdığınızı sandığınız düşünceler, aslında sadece bir dayatma olacak… hiç birisi ‘değer’e dönüşmeyecek… ben evlatlarımın düşünmeyen, düşünce sistemleri gelişmemiş çocuklar olmasını istemiyorum… beni seviyorsanız, beni memnun etmek istiyorsanız sorgulayın insanı… hayatı… kainatı… öncesini… ve sonrasını…” diyordu.
…
Mailler atıyorsunuz ya “Mehtap Hanım… olaylara bakış açınız çok güzel… çok değişik… çok farklı… nerden bakıyorsunuz… nasıl değerlendiriyorsunuz…?” diye.
…işte buradan…
…yani geçmişten gelen bir sorgulama sistemiyle… her şeyi sorgulayarak hem de… sorgulanmış/sorgulanmamış ne varsa üzerinde düşünerek… bulunmuş/bulunmamış ne kadar cevap varsa, her soruya kendi cevaplarımı bularak sorguluyorum ben…
…çünkü benim Hulusi Kentmen’in canlandırdığı karakterlerde olduğu gibi sisteme dokunmaktan korkan bir babam olmadı… hayatının her iki evresinde de, içinde bulunduğu hayatı sorgulayan ve değer yargılarını oturtmuş bir babam oldu… evlatlarının korkularından korkmayan… bu korkuların insani olduğunu düşünen… sadece iyi bir klavuz olması gerektiğini bilen bir babam vardı…
…çünkü babam insan psikolojisini gerçekten iyi tanıyordu… insanın ihtiyaçlarını biliyordu… insanda neyin olduğunu… bu olanlardan neyin çıktığını aklediyordu… tam da bu nedenle büyüme dönemlerimizin tüm doğal ihtiyaçlarını karşılamamız için bize yardımcı oldu… annemle birlikte sağlıklı büyümemiz için ne gerekiyorsa yaptı…
…çünkü benim annem ve babam, bizi sağlıklı yetiştirmenin tek koşulunun, ballı sütler içirmeleri gerektiği olduğunu düşünmediler… yerine göre bir çocuk soğan ekmek de yer… karnı doyar… ama bilgi ile donanmazsa beyin hücreleri ölür diye düşündüler… tam da bu nedenle önce kendileri sorguladılar hayatı… sonra bize öğrettiler nasıl sorgulanacağını… ve vücudumuzu büyüten besin maddelerinin yanında, daha değerli bir hediye verdiler bize… beynimizi kullanmayı öğrettiler… aklımızın sağlıklı bilgiye ulaşması için bilgi ile donanması gerektiği gerçeğiyle buluşturdular…
…çünkü bize okumamızı önerdiler… kendileri okuyarak ve bizimle okuduklarını konuşarak sevdirdiler okumayı… hiç korkmadan, ayrım yapmadan okumamızı istediler… biliyorlardı ki sürekli okuyan insanlar, bir süre sonra kendi şablonlarını oluştururlar… okuyan insandan zarar gelmeyeceğini biliyorlardı… tam da bu nedenle düzenli bir şekilde okumamızı sağladılar…
…çünkü okuyarak insan ne olur ki…! bizim ülkemizde zaten ya -din düşmanı olmayan- iyi bir solcu… ya iyi bir Müslüman… ya da ideolojilerden uzak ama iyi bir okuyucu…
…okuyan/düşünen/sorgulayan insandan kimseye zarar gelmez sevgili okurlar…
…okuyan insan “TARAF” olur evet… ama kendi hayatını üzerine kurmak istediği ideolojinin tarafı olur… okuyarak, sorgulayarak, bilgi ile donanarak “Taraf” olan kişiden kimseye zarar gelmez…
…ama okumadan koyun gibi güdülerek “Taraf” olmuşsa…? –ki bu durumda bir kavram kargaşası vardır. Çünkü bu durumun adına başka bir şey derler- işte o zaman kötü… çünkü öyle bir durumda “taraf” olmaz… sadece “FANATİK” olur o kadar… fanatiklerin de neler yaptığını hepimiz biliyoruz zaten… bir futbol takımının fanatiği olunca stadyumları kırıp geçiriyorlar… ideolojinin fanatiği olunca da cadde ve sokakları…
…çünkü okuyarak, bilgi ile donanarak, sorgulayarak taraf olanlar cidden zarar vermezler… çünkü taraf olmayanlar, bertaraf olacaklarını bilirler… çünkü “farklı olanla birlikte yaşama” prensibi isteseler de istemeseler de bilinçaltlarına yerleşir. İster A düşüncesine sahip olsun, ister B düşüncesine hiç fark etmez. İnsan olma paydasında buluşur, birlikte yaşamanın bir yolunu bulurlar. İnsan değerlidir okuyanlar için… insan önemlidir… insan kıymetlidir… hele insan olmak… inanılmazdır…
…
Diyorum ki… açıkçası okuyarak, bilgi ile beslenerek ve sorgulayarak büyütüldüğüm için, sizi etkileyen şeyler yazabiliyorum bence… bunları da niçin söylüyorum biliyor musunuz sevgili okurlar… aranızda anne/babalar ve anne/baba adayı gençler var biliyorum… lütfen evlatlarınıza düşünmeyi öğretin… düşünmekten korkmamaları gerektiğini de…
…çünkü düşünceden uzaklaşınca… sistemi eleştirmekten uzaklaşınca… bildiği ve sağlıklı bilgi ile ulaşılmış doğruları savunmaya başlayınca korkuyoruz biz Türk milleti… militan mı olacak başımıza diye… olsun…! Herhangi bir düşüncenin savunucusu olsun…!
…çünkü herhangi bir düşüncenin savunucusu olmayınca… herhangi bir ideolojiye yaklaşmayınca, hamburger ve colaya yaklaşmaya başlıyorlar…! Amerikanvari düşünüyorlar…! yani anlayacağınız gibi düşünmüyorlar 🙂 düşünemiyorlar…! Sadece dans… sadece müzik… sadece eğlence… sadece cinsellik… sadece “…ohaaa falan oldum yani”den öteye gitmeyen bir durumla donanıyorlar…
…sonuç…?
Hüsran… evet… sonuç hüsran… geçmişte evrensel meselelerden dolayı tartışan gençler, günümüzde kız meselesi nedeniyle cinayet işliyor… sevgilisiyle rahat rahat ilişki yaşamak için kendi öz anne/babasını öldürüyor… paranın saadet ve mutluluk getireceğini zannettiği için, üç kuruşa bedenini satıyor… gayrimeşru yollardan bedenine giren bebeğini çöp sepetlerine atıyor… eroin, uyuşturucu, madde bağımlısı oluyor…
Ne yalan söyleyeyim… bir gün bir çocuğum olacaksa, şansımı “düşünen” evlattan yana yaparım… “sorgulayan”… hayatına dair sağlıklı bilgileri okuyarak edinen bir evladım olsun isterim… A düşüncesine sahip olur veya B… bence hiç mi hiç fark etmez… aslında elbette benim değerlerime sahip olsun isterim… çünkü benim yaşamımı belirleyen değerlerin çok evrensel doğrular olduğuna inanıyorum… ama benim sınırlarımın bittiği, kendi sınırlarıyla devam edeceği hayatında öncelikle ilkeler olmasını isterim… prensipleri olmalı… hayat karşısında bir duruşu… değer yargıları… paranın satın alamayacağı değerlerle donanmalı… işte o zaman “insan” yetiştirdim diyebilirim…
…ve son olarak…
Kuru kuruya evlat istemekle olmuyor… biliyorum…! O çocuğun anne/babası olmayı başarmak lazım… düşünen/ sorgulayan/ hayata söylenecek sözleri olan/ prensip sahibi/ donanımlı/ okuyan/ araştıran/ merak eden/ önyargısız/ dengeli/ kişilikli anne-babalar olmak lazım…
Sevgiyle kalın…
Mehtap Kayaoğlu
Kendisi fevkalade bir öğretmen ve tanıdığım en güzel şahsiyetlerden olan sevgili dostum Öznur’un kaleminden…
Bu yazı,
Çocuğu MEB’de okuyan tüm velilere ve MEB’de çalışan tüm öğretmen arkadaşlara tavsiyedir…
YILLARDIR EĞİTİM-ÖĞRETİM camiasında yer alan bir eğitmen olarak eğitim-öğretim sistemimizdeki yanlışları, çıkış yollarını dilimin döndüğü, kalemimim yettiği ölçüde yazdım. Umarım doğru yerlere ulaşır ve bir faydası olur…
Bir gün yavru deve annesine sormuş :
– Anne bizim kirpiklerimiz neden böyle uzun?
– Çöl ortamındaki kum fırtınalarından gözlerimizi koruyabilmek için..
– Peki anne, bizim neden hörgüçlerimiz var?
– Çöl ortamındaki susuzluğa ancak hörgüçlerimiz ile dayanabiliriz de ondan..
– Pekiiii, bizim toynaklarımız niye bu kadar geniş?”
– “Çölde yürürken ayaklarımız kuma batmasın diye..
Yavru deve, düşünmüş düşünmüş.. Annesinin verdiği yanıtları da düşünmüş ve çaresizce başını kaldırıp annesine tekrar sormuş:
– Peki anne, o halde bizim Atatürk Orman Çiftliği’nde ne işimiz var?
Çölün tüm şartları düşünülerek var edilmiş bir canlı türünün, bu özelliklerinin hiçbirini kullanamadığı bir çiftlikte ne işi vardır gerçekten? Bu sorunun yanıtı için çevremizdeki insanlara biraz kulak vermemiz gerek.
Yaşadığım bölgedeki tanıdık bir diş hekimine kontrol için gittim. Muayeneden sonra reçete yazmak için masasına geçti…….
Yere düşen ekmek gördüğümüzde kaldırır, yüksek bir yere koyarız. Hatta öpüp alnımıza koyar, öyle bırakırız.Ekmeğe gösterilen bu saygı ve nimetlere şükür, günümüz çocuklarına yeterli öğretilmiyor. Hatta bu nimetlere şükürsüzlükle de sınırlı kalmıyor, hiçbir şeyden memnun olmayan yeni nesiller yetiştiriliyor. Verilen nimetlere karşı şükür ve saygı hissiyatları geliştirilmediği takdirde çocukta nankörlük, duyarsızlık oluşuyor.
Pedagog Ali Çankırılı, ihtiyaç olan her şey ve üzerimizde emeği olan herkesin nimet olduğunu söylüyor. Çankırılı, başta anne-babası ve öğretmeni olmak üzere kendisinde emeği olan kişilere saygı göstermeyen, iyiliği dokunanlara teşekkür etmeyen bir çocuğun Allah’a saygı göstermeyi ve verdiği nimetlere şükretmeyi öğrenemeyeceğini belirtiyor.
Yemeğe başlarken ‘bismillah’, yemek bitince de ‘elhamdülillah’ demenin ve yemek duası yapmanın güzel olduğunu söyleyen Çankırılı, “Bu ezber dualar güzel. Ancak tefekkürden yoksun olduğu için çocukların nimet kavramını ve nimeti vereni anlamalarına yetmiyor.” diyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin nimete şükürde eksik olan fikir kısmını çok güzel anlattığını aktaran Çankırılı şunları söylüyor: “Tablacı hükmünde olan insanlardan mesela fırıncıdan ekmek, manavdan meyve alırken bir fiyat ödüyoruz; bedava vermiyorlar. Bunların gerçek sahibi olan Allah, verdiği nimetlere karşılık bizlerden ne istiyor? Üç şey istiyor: Zikir, şükür, fikir. Başta bismillah zikir, sonda elhamdülillah şükür, ortasında bu nimetleri vereni düşünmek, tefekkür etmek, nimetlerin üzerlerindeki harika sanatını görmek de fikir oluyor. Yemek sırasında çocuklarımızla yediğimiz nimetlerin soframıza nasıl geldiğini, toprağa atılan bir tohumun nasıl geliştiğini sohbet tarzında konuşmak da fikirdir, tefekkürdür.”
ÇOCUK, EVDEKİ UYGULAMAYI ÖRNEK ALIYOR
Küçük çocuklarda görsel düşüncenin daha aktif olduğunu ifade eden Çankırılı, çocuk eğitiminde davranışların sözlerden etkili olduğunu belirtiyor. Bir lokma ekmeği dahi çöpe atmayarak, tabağa yiyecek kadar yemek koyarak ve hiç artırmayarak çocuğa örnek olunabileceğini vurgulayan Çankırılı, bir anısını şöyle paylaşıyor: Bir akrabamıza yemeğe davetliydik. Baktım evin genç hanımı çöpe bayat ekmek atıyor. ‘Ne yapıyorsun kızım!’ dedim. ‘Özür dilerim hocam, haklısınız’ dedi ve ekmeği üç kere öptükten sonra attı. Genç kızımız böyle yapmakla ekmeğe saygı gösterdiğini zannediyordu. Annesinin ekmeği öperek çöpe attığını gören bir çocuk, gerçek anlamda nimete saygıyı anlayamaz ve nimete şükretmeyi öğrenemez. “Yiyiniz, içiniz, ama israf etmeyiniz; Allah israf edenleri sevmez.” İlahi ikazı bilmeyenimiz yoktur. Bilmek başka bununla amel etmek yani uygulamak başka. Çocuk anne-babayı ve aile büyüklerini taklit ederek büyür.
Pedagog Ali Çankırılı, ailelerin yaptığı en büyük yanlışlardan bir diğerinin de doyduğu halde çocuğa ısrarla yemek yedirilmesi olduğunu belirtiyor. Çankırılı’ya göre anneler iki kaşık fazla yemek yedirmek için çocuğu zorluyor, tabağını dolduruyor ve “Bunu bitirmeden kalkmayacaksın.” diyor. Çocuğa zorla yemek yedirilmemeli, acıkması beklenmeli ki yediği yemeğin tadını alabilsin, nimetin kıymetini bilsin.
Nimete saygı, çocuğa oyunla öğretilebilir
Oyun için bir dilim ekmek, bir kaşık un, bir avuç buğday gerekiyor. Yemekten önce oynanırsa daha etkili olur. Çocuğa, ‘Bu ekmek bize nerden geliyor?’ diye sorun. Çocuk ‘bakkaldan’ veya ‘fırından’ diyecektir. ‘Ekmek nasıl yapılıyor?’ sorusuna büyük ihtimalle cevap veremeyecektir. O zaman bir kaşık unu göstererek nasıl hamur haline getirildiğini ve fırında nasıl pişirildiğini anlatın. İpuçları vererek ‘Un fırına nerden geliyor?’ sorusunu sorun. Sonra buğdayın öğütülmesini, tarladan hasat edilmesini, ekilmesini, ekilen buğdayın ihtiyaç duyduğu suyu, güneşi anlatın ve onları Allah’ın yarattığını izah edin. Oyundan şu sonucu çıkarın: “Bir dilim ekmeği çöpe attığımızda başta toprağı, buğdayı, suyu, güneşi, havayı yaratan Allah’a, sonra sırasıyla buğdayı tarlaya eken çiftçiye, buğdayı öğüten değirmenciye, ekmeği pişiren fırıncıya ve ekmeği bakkaldan alacak parayı kazanan anne-babamıza saygısızlık yapmış oluruz.”
Zaman Gazetesi
Çocuk eğitimi konusunda tereddütleriniz mi var?
Karşı karşıya kaldığınız sorunlarda çözüm önerileri mi arıyorsunuz?
Bir uzmanın desteği için Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri 09:30’da Uzman Pedegog Adem Güneş’e kulak verin.
Güneş, Anadolu Pedagojisi adını verdiği kendi yaklaşım tarzı ile çocuk ve ergen psikolojisi üzerine mutlaka dinleyip gözönünde bulundurmanız gereken ipuçları veriyor; dinleyenlerinin, programla niçin daha önce tanışmamış olduklarını sorgulamalarına sebep oluyor. Bildiğiniz yanlışları sürdürmemek ve insan yetiştirme gibi önemli bir konudaki ‘doğru’ları uygulayabilmek adına daha fazla geç kalmamak için Çocuk Deyip Geçmeyin’in düzenli bir dinleyicisi olmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Burç FM 88.8
Peygamberimiz, elini yeni doğan bebeğin başına koyarak dua ederdi. Çocuğun doğumundan sonra ziyafet vermek bu duanın toplu yapılması için olduğundan sahabeler yeni doğan bebekler için ziyafet yemeği vermeyi önemserlerdi.
Peygamberimiz sayıların ve günlerin batıllığını bize bildirmekle beraber, çocuğun hayatında bazı günlerde ve yıllarda bir takım olayların başlatılmasını uygun bulur. Çocuğun önemli günlerinden biri de, çocuğun eğitimin başladığı gündür. Bu yaş dört yaşını 4 ay 4 gün gecedir. Peygamberimiz kendisine bir çocuğun doğum haberi ulaştırıldığında bizim sorduklarımıza benzemeyen bir soru sorardı: “Yaratılışı tam mı?” Tam cevabını alınca da onu eksiksiz gönderen Rabbine şükrederdi.