“Sevgilinin diyarı uzak olsa da,sevenin bağrında kendisine daha yakın kimsenin bulunmaması,araya engeller girdikçe sevgili için daha fazla yanıp yakılma ve perişan olma hâli…
Gerçek sevginin beşerî boyutu…Gölge gibi kendisinden ayrılmayan bir sevgili. Baktığında onu gören,duyduğunda onu işitendir gerçek seven. Sevileni düşündükçe mutlu,onu unuttukça düşkün… Bir tutku ki…”
İskender Pala
Kâinatta neye baksanız bir dönüşün cezbesi içinde hep bir merkeze doğru yol almaktadır. Hep aynı noktaya tekrar tekrar yönelme ve hep aynı yere tekrar tekrar ulaşma talebi. İnsanoğlunun,hevalarının ve heveslerinin(masiva ve dünya ilgilerinin) çevresinde dönüp durması da,kendini bu hevadan başka bir makama yönlendirmesi de hep o cezbenin dönüşü;hep o aşkın meşkidir. Âşığa gelince;sevgilinin çevresinde dönmekten gayri elinden ne gelir ki onun? Sevgilinin bulunduğu yerde dönüp durmaktan başka ne yapabilir? Düşüncesi onun merkez olduğu hayalllerde,ayakları onun bulunduğu mahallelerde,rüyaları onun renginde,senaryoları onun yönetmenliğinde… Karar ta ezel gününde verilmiş bir kere…
En evvel aşk idi;hâlâ ki aşktır…
Aşk ki yaratılıştır;geriye ne kalır!?..
İskender Pala
Herkese kendi rengindedir ölüm. İyi de görünür parlak bir aynada,kötüde. Aynada güzeldir güzelse yüz, çirkin yüz de çirkin elbet. Ölümden korkup kaçıyorsan eğer, kendi çirkinliğindir seni kaçıran. Ölümün yüzü değil çünkü çirkin olan, belki kendi yüzündür de aynada yansımıştır.iyinin de sende büyümüştür fidanı çünkü,kötünün de. Kendi elinle kazandığındır güzel de,hem çirkin de.Her doğan ölür elbet. Çırak ne olmuşsa yerin altında,usta da o olmuştur.Yalnız kalmak istemiyorsan gideceğin yerde eğer. İyilikten,güzellikten, doğruluktan evlatlar, dostlar, yoldaşlar edin kendine şimdiden. Geçip gitmede ömür. Umutlar hep yarın, yarın, yarın. Tükenen zamanı dolduruyor hep kuru kavgalar, boş didişmeler, faydasız gürültüler. Aklını başına al kardeş. Günü, bugün say; ölüm ki kaşla göz arasında; ölüm ki dudakla söz arasındadır.
İskender Pala
Çünkü aşk,kendisinden geçip sevgilideki gerçekliğe ulaşmanın adıydı.Eğer âşık kendi gerçekliğine sevgilide eriyerek ulaşabiliyorsa ayrılık veya kavuşma,ret ya da kabul,karar veya irade,açılma veya kapanma ortadan kalkıyordu.Bu durumda sevgiliden başlayan yollar yine sevgiliye gidiyordu ki galiba aşk dedikleri şey de bu idi.Sevenin varlığı ya sevilenle veya sevilendendir.Keza yokluğu da sevgilide olacaktır.
İskender Pala
Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında. Yorgunluktan al almış kızın yanakları.
“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.
“Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.”
“Kaç tane?” diye soruvermiş derviş.
Kız şaşkın;
“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”
Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…
İskender Pala
Uzey’in karşısında oturan ninesi hep böyle oturuyordu bir başına. Sağ elinde bastonu; robalı, çiçekli elbisesinin belinde kuşağı; bir de başında bir ucu önden sağ yanağına tutturulmuş beyaz tülbenti… koltuğun bir ucuna hani hemen kalkacakmış gibi, hani birazdan gitmesi gereken bir randevusu varmış gibi ilişirdi. Biri gelip de kızacak endişesi hep yüzünde. Fazlalıkmış gibi artık hayatta… yapabileceklerinin bitmiş olduğunu düşündüğündendi. Yaşlanınca insan demek hep boynunu bükerdi. Gitmesi gereken yere istediği vakit gidemediğinden bir suçluluk duygusu üzerinde. Zamanı tayin eden başkası olmasına rağmen yaşlanınca insan hep suçu kendinde arardı demek. Hayatta kalabilmek için ona ihtiyacı olanlar çekildiğinden beri pencereden seyreder olmuştu hayatı.
Uzey ninesinin elinden tutup okşadı. İncecik ellerindeki yemyeşil damarlar kabarmış, dokunduğunda derisi sağa sola kayıyordu. Sarıldı ninesine. “Neden belin bükülmüş?” diye soruverdi.
Ninesi ona gülümsemeye çalıştı. Uzey’in siyah saçlarını okşadı titreyen elleriyle. “Olgunlaşan her şey eğilir” dedi. “Böyle benim gibi, öne doğru… Sapı artık taşıyamaz başağı. Doldukça eğilir, büyüdükçe tanelerin ağırlığından gökyüzünden toprağa yönelir başak. Böyle benim gibi…”
“Ben de olgunlaşacak mıyım?” diye sordu Uzey.
“Evet, sen de büyüyeceksin. Önce dimdik duracaksın. Güçlü olduğun için bütün zorlar karşında eğilecek. Gücünle bükeceksin onları. Zaman geçtikçe olgunlaşmaya başlayacaksın. Hayat seni dolduracak, besleyecek. Alman gerekenleri alacak, gereksizleri bir kenara atacak yetişkin bir insan olacaksın. İşte o zaman sen eğilmeye başlayacaksın. Önce farketmeyeceksin bu eğilişi. Zamanla yumuşayacaksın. Sevgiyi kucaklamayı, hürmetle eğilmeyi, secdenin anlamını çözeceksin. Manen eğildiklerin çoğaldıkça madden eğildiklerin azalacak. Zaman geçmeye devam ettikçe bu sefer bedeninde görmeye başlayacaksın eğilmeyi. Tam olgunlaştığında “vakit tamam” diyecekler sana. Gideceksin. Bir geliş bir de gidiş vakti vardır.”
“vakit tamam
saat durdu, kimininki onda
kimininki ikiye yedi kala
öğle yemeği ocakta
başımda ağrı, yorgunluk sırtımda
çiçekleri sulamalı
bu akşam bitirmeli elimdeki kitabı
ve uyumalı
sabaha erken başlamalı dolanmaya
vakit tamam
borcum vardı s’ye
bir kelam gödermeliydim d’ye
vakit tamam
“ne olur” desem
görmedim daha Atlas Okyanusu’nu
çıkmadım hiç safariye
şöyle doya doya kumsalda bir o yana bir bu yana
soğuk topraklardan sıcağa akmadım daha
yapacak görecek bulacak öğrenecek…
çok eksiğim var
vakit tamam”
“Gelen gider, her gelen birgün mutlak gider Uzey” dedi çizici. “Saati herkesin başkadır, kimsenin saati kimseninkine uymaz.” Anladı Uzey. Bu hayatta hüzündü hep başı çeken. Sıranın geleceğini bile bile yürüyebilmek için hazırlanmak gerekti vakit tamam olmadan.
-Naz-