La , Sonsuzluk Hecesi

Bir gün Sabâ Melikesi Belkıs’tan, Âdem’le Havva’nın hikâyesini anlamanın bütün bir insanlığın da hikâyesini anlamak manasına geldiğini öğrendim. İnsanın bütün halleri Âdem’de gizliydi ve bütün macera onun hikâyesinde özetlenmişti.
Bu cümleyi yıllarca içimde gezdirdim de bir türlü kalemi elime alamadım, anlatmaya kalkışamadım.
Ne zaman ki, kalmak için değil uğrayıp geçmek
için kadem bastığımız, kök attığımız değil kısa bir gölge saldığımız şu dünyada bir cennet sürgünüyle yazgılandığımı anladım ve Kelimeler Kitabı-çift isimler sahifesinde, Âdem’le Havva’nın yanına bir de Habil’le Kabil’i ekledim. O zaman anladım anlatma zamanının geldiğini.
Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece: LÂ.
İLLÂ, dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim.
Nazan Bekiroğlu
——————————————————————————————————————–
Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Âdem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi.O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem onunla göz göze geldi. Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.

Sonra döndü Âdem’e,

aklına bir şey gelmişti.

Sesi, bengisular gibiydi.

Bana, dedi, bir isim ver,

varlığım olsun.

Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.

Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.

Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.

Bir “ile” koy aramıza bizi birbirimize bağlasın. ”

————————————————————————————————————————
Üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için:
Bir: Kelimeler
İki: Aşk
Üç:Annelik DuygusuKelimeleri Âdem yanına aldı, annelik duygusunu taşımak Havva ‘ya kaldı.
Ama aşk çok ağırdı.
İkisinin de aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca,ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca, bölüştüler yükü.
Yarısını Âdem sırtlandı,aşkın yarısı Havva’ya kaldı.Öyle sert düştüler ki dünyaya,bu fenaya,Âdemîn dizlerinin bağı çözüldü, ciğerleri yandı.Nutku tutuldu.Üçüncü defa, bildiği kelimelerin hepsini önce unuttu.Sonra bir kısmını hatırladıysa da o bir kısmını kıyamete değin unuttu.

Aşk?

Daha yollarda sakin durmamıştı bir türlü.Kabına sığmamıştı.Bir yarısı yollarda kayboldu.Getirebildikleri ancak öbür yarısıydı.

O gün bu gün yeryüzü kelimeleri yetersiz,aşk bu dünyada kusurlu.

Annelik duygusu?
Havva’nın cennet duygusu.
Gönül evinde,kadın bedeninde,tastamam duruyordu…

———————————————————————————————————————–
Havva Ademin sukun bulması için yaratılmıştı yaratılmasına ya, çoğu kez sakin bir liman değil fırtınalı bir deniz oluyordu.
Durgun bir su olup aktığı zamanlardan çok boğarken hayat veriyor,taşkınıyla diriltiyordu.
Garip bir güzellikti bu ama her haliyle güzeldi.
Güzeldi ve güzelliği sanki Adem ona baktıkça çoğalıyordu.
Çoğalmak istiyordu zaten,bu yüzden saklamıyordu kendisini Havva,görünüyordu.Açıyordu benlerinin ötülerini bir bir, iki avucunda topladığı incileri, kulağının arkasına taktığı su nilüferlerini, saçının her telini, kendini gösteriyordu.
….
Işık ona farklı yanlardan vurunca da vurmayınca da ,her an değişiyordu.
Anı anına benzemiyordu. Kendisi olarak kalmıyordu.
Ya Ademe dönüşüyordu, ya Ademi baştan başa,tepeden tırnağa Havva ediyordu.
Tekinsiz gibi duruyordu önce, sonra tutup elinden kaldırıyordu çarptığını.
Ya Rabbi neydi bu Adem’e Havvanın ettiğini kimse kimseye etmiyordu.
Yinede Adem Havvadan şikayet etmiyor “daha yok mu” diyordu.
Susuyordu Havva. Ama daha aydınlık bir cevabı içinde taşıyan bir soruyla sustuğundan dokunmuyordu bu suskunluk Adem’e.
Mutluysa mutlu ediyordu Havva, Adem mutlular içinde en mutlu.
Mutsuzsa kül rengi bir is bırakıyordu elinin değdiği yere.
Gözünün gördüğü ve görmediğinin üzerine kendisinden bir mutsuzluk bırakıyordu.
Kadındı bu.
Halleri muhalleri, anı, niyeti bulaşıyordu,akıyordu.
Durmuyordu bir yerde, sızıyordu.
Adem şaşırdı
Bu kadının hallerini neredeyse kendisine öğretilmiş isimlerin arasında bulamayacaktı.
Neticede yarattıklarının bu en şereflisi,bütün isimlerin emanetçi efendisi ,esma taliminin gözdesi,o kadar kelimeyi aklında tutmuş öğrenmiş birisi,bir türlü Havvayı tam anlamıyla anlayıp kavrayamadı.
Açtı da açıklayamadı.
Ama yine de ondan aklında kalan en fazla renkti,ışıktı,karanlıktı.
Belli ki o, saf değil sarmaşıktı.
Berrak değil katışıktı,kadındı karmaşıktı….
————————————————————————————————————————–
Seyir lügatçesi: AMAAdem de güçlü ve güzeldi.Yapili AMA narindi. Zarif fakat heybetliydi. Ince AMA derindi.Topragi dünyadan suyu cennettendi. Bu yuzden gölgesi vardi. Farkliydi yani. Cennet sakinlerine göre bambaska bir güzellikte güzeldi. Demem o ki, cennetin cemicümlesi ondan daha güzelinin olamayacagindan neredeyse emindi.

Ta ki Havva yaratilincaya kadar.

Ne zaman ki bir selale suyunun havuzunda Havva’nin kelimesi vücut buldu, cennet ehlinin guzellige dair butun bilgisi bastan sona bozuldu.

O gorundugunde sadece Adem’in degil, konuskan hüthüt kusunun bile dili tutuldu. Havva’nin ilk gorunusunun neticesi, her seyin uzerine sinen ani bir suskunluktu. AMA sonrasinda bir seyir lügatcesinde toplandi Havva’ya iliskin cennet kelimeleri. Adem bakakalmisken, butun bir cennet de onu seyredurdu.

Fakat nedense melekleri, Adem’in yaradilis haberini aldiklari gunkune benzer bir huzursuzluk sezgisi sardi, Havva’ya bakislari bakisa eklenirken cumleleri de AMA’larla bolundu. Cunku Havva AMA’lar olmadan, düz bir cümleye sigmiyordu. AMA’lar bu seyirde o denli vurguluydu.

Havva sadece güzel degildi
Ayni zamanda tatliydi, sevimliydi
Sicak, cana yakin ve gönüldendi
Boyu boyuna uygundu Adem’in, endami endamina

Ama sanki teni onunkinden daha parlak, gözleri bakislari daha gizemliydi. Ve sanki daha çetrefildi. Ve bu çetrefil acik degil gizliydi. Zahirde degil icteydi. Her halde Havva ayni anda çok seydi. Ve ona ilk bakisla son bakis birbirinin ayni degildi.

Duruydu ilk bakista. Yalin. Isiltili. Akici. Sanki sudan yaratilmisti ve meylinde gunes isigi oynasan sular gibi berrakti. Ama her an degisiyordu. Bir kararda durmuyor, iki bakis arasinda halden hale giriyordu. Karanliklari, ucurumlari, irmaklari vardi. Isten degildi golgesine dusenin yitip gitmesi. Ama yitip gideni bulup çikaracak olan da yine Havva’ nin eliydi.

(…) AMA güzel olmaktan baska hazineleri, hayati süslemekten baska bir kaderi de vardi bu guzelligin, besbelli. Gelip gecici bir sermaye degildi sahip oldugu. Bambaska zenginliklerle de zengindi. Ve defteri ilk alemde, evvel alemde kapanip kalacak gibi gorunmuyordu. Ahiri vardi, sonraya dusecekti yolu.

—————————————————————————————————————————
Bir yanın karanlık senin bir yanın ışık.
Bir yanın melek kanadı bir yanın şeytan ıslığı.
Bir yanın çamur beden, bir yanın kutsal ruh.
Bir yanıniyiliğe açık bir yanın iyiliğe kapalı.
Tek başına ne duru bir iyilik ne de saf kötülük sensin.
Ne baştan ayağa cennetsin ne de tümüyle cehennemsin.
Aynı anda birbirine iki zıt şeysin.
İçinde iyilik ve kötülüğü besleyecek yeteneğe aynı anda rastlayacaksın.
Hataya da sevaba da aynı derecede ehliyetli olacaksın.
Bir yanın yükselmeye çekecek seni bir yanın düştükçe düş diyecek.
Zirvelerle çukurlar arasında gidip geleceksin.
—————————————————————————————————————————
Okudukça kendimi gördüğüm, yeniden keşfettiğim bir kitap
Teşekkürler Nazan Bekiroğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*