RANA ÇOLAK

Kalbine bir ana bakışıdır namaz

Hatırlar mısın oyuna daldığın solgun ikindileri? Terk edilmiş sokak başlarını süsleyen çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırmazdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”

Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”

. De ki: İyi ki geldin sıcak yanım Ölümü sol köşede eritti bakışların..

Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.

Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…

Gözlerine bir kız çocuğu ağlayışıdır namaz. De ki:  Gözlerin ışık seli senin, Al karanlıklarımı gözbebeklerinde yıka”

Senai Demirci

Aşk

Çünkü aşk,kendisinden geçip sevgilideki gerçekliğe ulaşmanın adıydı.Eğer âşık kendi gerçekliğine sevgilide eriyerek ulaşabiliyorsa ayrılık veya kavuşma,ret ya da kabul,karar veya irade,açılma veya kapanma ortadan kalkıyordu.Bu durumda sevgiliden başlayan yollar yine sevgiliye gidiyordu ki galiba aşk dedikleri şey de bu idi.Sevenin varlığı ya sevilenle veya sevilendendir.Keza yokluğu da sevgilide olacaktır.

İskender Pala

İlâhî İsimlere Dayananlar

İsteklerimizin kabulüne vesile olucu tutumlardan birisi, Yaratıcının evrende yansıttığı isimleri okumak ve isimlerine atıf yaparak isteyebilmektir.

Yaratıcının isimleri, aynı zamanda Yaratıcının vasıflarını anlatır. İlâhî isimlerin anlamları, bir benzetmeyle, evrenin hamurunun yoğrulma biçimini belirler. İlâhî isimleri hissedeceğiz; onların tutumlarımıza yansımalarına çabalayacağız.

Evreni dolduranların ortak özellikleri, onları tasarlayan Yaratıcının özelliklerini anlatacaktır.115 Yaratıcı güzeldir, ikram edendir, merhamet edendir, besleyen, hayat veren, adaletli olan ve temizliği sevendir… “Allah güzeldir; güzelliği sever. Cömerttir, cömertliği sever. Temizdir, temizliği sever.” 116

Bir şairin şiirlerindeki ortak özellik, o şairin temel karakterlerine işaret eder. Şairin seçtiği kelimeler, odaklandığı temalar, o şairin ana eğilimlerine dair ip uçlarıdır. Bir yazıya bakarak yazarının özellikleri hakkında tahminlerde bulunabilirsiniz. Her eser, sahibinin zekâsı, kalp yapısı, niyetleri, hayalleri ve bilgileri hakkında ciddî ipuçları verir. Her düzen, düzenleyicisinin bilincinde olup bitenlere işaret eder.

Benzer şekilde, evren de Yaratıcısının vasıflarına dair işaretler yansıtır. Örneğin, evren, Yaratıcısının merhametli olduğunu ilân eder. Bunu annelerle yavrular arasındaki ilişkilerden okuyabilirsiniz. Yavrular ne kadar zayıfsa, kendilerine sunulan destekler de o kadar güçlüdür. Vücutlardaki kalplere gizli bir merhamet okyanusundan sevgi ve şefkat damlatılmaktadır.

O zaman, evrene hükmeden bu merhametten yola çıkacağız. Yaratıcıya yöneldiğimizde, “Ey bütün merhametlerin kaynağı, ey merhametiyle tüm evreni kuşatan Sınırsız Kudret!” diyeceğiz. Yaratıcıdan, O’nun merhametine sığınarak istediğimizde, her yanı kuşatan ilâhî merhamet rüzgârından payımızı alacağız.

Aynı evrenden güzelliklerin bin bir türlüsünü okuyabilirsiniz. Evrenin her bir yaratığı, kendisinin harika bir tasarım olduğunu gösterir. Çocuk bir başka, erkek ve kadın – başka güzeldir. Kedi bir başka, ceylan, koyun ve ördek bir başka güzellik kategorisinde tasarlanmıştır.

Doğa durduğu yerde neden güzeldir? Kara topraktan her bahar fışkıran tüm bitkilerde neden ayrı güzellikler yansır? Bu akılsız, biçimsiz ve bilinçsiz maddeyi durup dururken bu denli güzelleştiren nedir?

“Güzel” bir vasıf, güzellik sıfatını yaratılışın her evresine yansıtmaktadır. Renklerin en hayal edilmemiş tonları, çiçekler aracılığıyla bizlere tanıtılmıştır. Sarının, kırmızının, beyazın bin bir tonu yüz binlerce farklı çiçek türünden gözlerimize yansıtılır. Leylaklar, zambaklar, karanfiller, güller ve menekşeler alabildiğince farklı renkleri ve tasarımlan gözlerimize sunar.

Ormanları sarartan serin sonbahar esintilerinden bile hüzünlü mutluluklar algılıyoruz. Bembeyaz kış ve rengârenk yaz da uyanık ve akıllı bilinçler için aynı ölçüde güzeldir.

Yaratıcının “Güzelliği” kokularda da kendini yansıtır. On binlerce koku tasarlanmış; her biri bir çiçeğe, bitkiye, meyveye veya sebzeye yerleştirilmiştir. Her bir sebze ve meyve, tasarımı ve kokusuyla “Ben ayrı bir kimlik olarak yaratıldım.” diyecektir.

Evrendeki her bir güzelliği okuduğumuzda Yaratıcının “Güzel” ismine sığınabiliriz: “Ey bütün güzelliklerin kaynağı, evreni renklerle, tasarımlarla ve kokularla güzelleştiren Yaratıcı!.. Güzelliğinin sınırsızlığına ve kuşatıcılığına sığınıyoruz.” diyebiliriz.

Aynı evren, Yaratıcının cömertliğini, zenginliğini, ikram larda bulunma ve besleme isteğini yansıtıyor. Evreni Yaratan, Güneş eliyle dünyayı her gün ısıtandır. Şimdiye değin trilyonlarca ton sebzeyi ve meyveyi topraktan damıtarak ı yaratmış; ağaçların ve bitkilerin eliyle canlılara ikram etmiştir. Gözlerimize ayrı tasarımları, burunlarımıza farklı kokuları, dilimize bin bir çeşit tatları sunmuştur.

Dünyaya serpilen farklı kokuları tanımakla, lezzetleri tatmakla tüketemezsiniz. Üstelik tüm bunlar parasız yaratı lıyorlar. Biz dünyayı kendi mülkümüz varsayıp parselliyoruz. Sonra da Yaratıcının ağaçlarımızın dallarından sunduklarını toplayıp para karşılığı satıyoruz. Buğdayı ekiyoruz; gün geliyor, başakları yaratılmış buluyoruz. Dalından kopardıklarımızı yıkayıp kabuklarını soymaktan başka bir zahmete girişmemiz de gerekmiyor. İşte her bir köşeyi kuşatmış olan inanılmaz besleyici-lik… Müthiş cömertlik, akıl almaz ikramda bulunma isteği, sınırsız ilâhî zenginlik…

Bu sınırsızlığı okuyan insan, Yaratıcısına yönelir: “Ey Sınırsız Cömert ve Rızıklandırıcı olan… Ey vermenin en müthiş biçimlerini tercih eden!…” diyerek dualarına başlar.

Yaratıcı, ilâhî isimleri keşfetmemize imkân vermiştir. Bu yolda öncelikle ruhlarımıza ilâhî isimlerine yönelen doğal bir iştiyak yüklenmiştir. Kimse bize güzeli, merhameti, ikramı, şefkati, hayatı sevmeyi sonradan öğretmedi. Bunlar Yaratıcının güzel isim-lerindendir ve bunları doğduğumuzda ruhumuzda bulduk. Yaratıcı bizi dünyaya göndermeden önce, tüm güzellikleri sevmemizi ve çirkinliklerden nefret etmemizi ruhumuza öğretmiştir. Hayatımız boyunca öğreneceğimiz her şey, bu bilgilerin oluşturduğu temel üzerine oturacaktır.

Sonra da Yaratıcı, evrende yansıttığı ilâhî isimleri algılayabilmeniz için, benliğimize ölçme yeteneği olan algılayıcılar ve göstergeler yerleştirmiştir. İçimize koyduğu sınırlı sevgi yoluyla, “”X evrene yansıttığı sınırsız sevgiyi anlamamıza imkân vermiştir. Hücrelerimize yaydığı zerrecik hayatla, engin hayat vericiliğini kavramamızı sağlamıştır. Bir avuç cömertliğimizle tükenmez cömertliğini; yardımseverliğimizle, olağanüstü yardımlarını; sanatkârlığımızla, muhteşem sanatkârlığını hissetmemizin yolunu açmıştır.

Eğer ilâhî isimler evrene sınırsızlıklarıyla yansıtılsaydı, evren, isimlerin nuru (ya da enerjisi) karşısında eriyip yok olurdu. 70 bin perdeyle nuru azaltılmış enerjiden oluşan Güneşe bile dayanamıyoruz da, bir gölgelendiriciyle bakabiliyoruz.

Biz sınırlı canlılarız; sınırlıların sınırsızlığı algılaması imkânsızdır. Sınırsız Yaratıcı, sınırsız güzelliklerini anlayabilmemiz için, dünyaya serpiştirdiği güzelliklerini sınırlandırmıştır. Merhameti anlayabilmemiz için, boşluklarda merhameti sınırlandırmıştır. Bizi sürekli beslediğini fark edebilmemiz için, aralara açlıklar ve susuzluklar yerleştirmiştir. Bizi yaşattığını, dostlarımızın ölümleriyle öğretmektedir. Bu durum gösteriyor ki, yaratılmamızın asıl amacı, hayatımızı Yaratıcıyı tanıma ve keşfetme çabasıyla geçirmemizdir.

Evrenin Sahibinin “Güzel isimlerini” evrenin her noktasından çekip çıkarmaya; böylelikle, her bir noktada Yaratıcının “bilgisinin, kudretinin ve tercihinin” izlerini okumaya çalışacağız. Sonra da, okuduğumuz isimlerin coşkusuna sarılarak, Yaratıcıya yöneleceğiz: “Ey cömert ve ikram edici Yaratıcımız, ey olabileceklerin en güzelini tasarlayan Sahibimiz, ey izzetli ve şerefli Koruyucumuz!” diyeceğiz. Sonra da “Senden, cömertliğin ve merhametin hürmetine istiyorum… Güzelliğin ve İzzetin hürmetine diliyorum.” sözleriyle isteklerimize başlayacağız. İlâhî isimlere dayanmak, bize Yaratıcıyla dost olmanın yolunu öğretecektir.

Sınırlarımızı algılayarak, Yaratıcımızın sınırsızlığını kavrıyoruz.

M.BOZDAĞ

Elde Var İnsan – Senai Demirci

İnsan ve yaradılmış olan her şey, her zerresinde akıl almaz bir işlevselliğin ve estetiğin izini taşır. Var edilen her şey evrenin şiirine bir dize yazar. O şiir ki, gözün gördüğünden ötededir; aklın anladığından aladır. Ancak o şiir, gözün görmesiyle yeniden yazılır, yeniden yankılanır, aklın anlamasıyla yeni ahenklere bürünür, yeni renklere ayrılır. Şimdi her birimiz her an yeniden yazılan bu şiiri anlamaya çalışarak, o şiirin içindeki yerimizi bulmaya çabalıyoruz. Senai Demirci, Elde Var İnsan’la, bizleri gözümüzün gördüklerinden ötesine tanık olmaya çağırıyor. Can kasesinin içinde saklı sırlara dokunarak, bizlere varlığımızı bir kar tanesi yumuşaklığında yeniden hatırlatmaya niyetleniyor. Elde Var İnsan, var edilendeki eşsiz ahengi ve doyumsuz renkleri hissettiren bir kitap… Elinizde hep bir insan sıcağı olsun diye…

Dereotlu Poğaça

Malzemeler:
2 yumurta (birinin sarısı  sarısı üzerine)
125 gr erimiş margarin
1 su bardağı ılık süt
1 paket yaş maya
şeker, tuz, un
1/2 demet dereotu
1 tatlı kaşığı kekik
1 su bardağı ince dilimlenmiş siyah zeytin

Tüm malzemeler karıştırılıp hamur bir saat kadar mayalanır.

Poğaça şekli verilir ve kat yeri alta getirilerek tepsiye dizilir.

Yumurta sarısı sürülerek fırınlanır.

Afiyet olsun

 

(Fotoğraf temsilidir)

Kaç Tane ?

Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında. Yorgunluktan al almış kızın yanakları.
“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.
“Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.”
“Kaç tane?” diye soruvermiş derviş.
Kız şaşkın;
“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”
Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…

İskender Pala