10 yıl önceki halime benzetiyorum seni” dedi çok sevdiğim bir ablam.
“Bende 10 sene önce yorgun, telaşlı, yeni anne olmuş, kariyer peşinde koşan, sürekli düzen içinde olmaya çalışan biriydim. Sonraları fark ettim ki gereksiz bir savaşın içindeymişim. Keşke yüklendiğim şeylerin bir kısmını eşime verebilseydim”
Sustum bu sözünün üzerine uzun süre.
Bir kadın çalışmalımı, yoksa tüm enerjisini anne olmaya mı vermeli?
“Eğer dayanıklı ise çalışmalı”
Kendi kendime verdiğim yanıt bu oldu sonunda.
”Dayanıklı ise…”
Bunu neden dedim ?
Kariyer, biraz daha iyi yaşam, belki de hayat standardımı alışık olduğum çizgide tutmak için çalışma hayatıma devam ediyorum.
Ama artık anneyim.
Allah bağışlar ise dünyalar tatlısı 16 aylık bir oğlum var .
Aksam saat 6 da eve geliyorum yorgun bir halde.
Beni heyecanla bekleyen oğlumla kucaklaşıp 2 saat boyunca başka hiçbir şeye yönelmeden sadece onunla alakadar oluyorum. Gelişimine katkıda olan oyunlar oynayıp, kitaplar okuyoruz.
Babamız geldiğinde Aziz’i ona teslim edip mutfağa yöneliyorum. Yemek yoksa yapıyor, var ise hazırlıyorum. Hep birlikte yemek yedikten sonra yine oğlumuzla birlikte oluyoruz. Uyku vakti geldiğinde yatırıyoruz. Saat 10-11 oluyor. Bazen 11 buçuk… O saatten sonra 2 çift laf etmeye, mutfağı toplamaya, çamaşırları yıkayıp asmaya yada ütüye veya her yeri dağılmış evi toplamaya yöneliyoruz. Gece yarısından önce uyumak mümkün değil.
Peki ya sabaha kadar kesintisiz uyku…Hiç olur mu öyle şey. En az 2 defa kalkıp yavrunuzla ilgilenmelisiniz. O uyanmasa bile siz otomatikman kalkıp meleğinizin yanı başında buluyorsunuz kendinizi.
Hafta sonraları “derin temizlik” diye tabir edilen işe sıra gelmiş oluyor. Çalışan bir anne olarak bunun için ya eşinizden yada belli periyotlarda size gelen yardımcı hanımdan destek alıyorsunuz. Geriye bir tek pazar kalıyor. Tüm hafta boyunca sokağa çıkmamış yavrunuzu alıp biraz dolaşıyorsunuz. Vaktiniz kalır ise hafta içi için yemek hazırlıyorsunuz. Ertesi gün iş…
Bazen fazla mesaileriniz oluyor.
Bazen konuklarınız geliyor
Bazen hasta oluyorsunuz
Yada evinizin nazlıları eşiniz & bebeğiniz hastalanabiliyor
Bazen sosyal sorumluluklarınızı yerine getirmelisiniz (ziyaretler, tebrikler, katılmanız gereken meclisler gibi)
Bazen de dinlenmek istiyorsunuz, azıcık tatil yapmak gibi
Bazen bir film giriyor vizyona, bazen de güzel bir yaz konseri haberini alıyorsunuz.
Bazen toplantının ortasında “oğlan ateşlendi” telefonunu alıp fırlıyorsunuz sokağa, yüreğiniz kanaya kanaya , kendinize kıza söylene eve koşuyorsunuz.
Arkadaşlarınız var elbette.
Sizi özlüyorlar, çağırıyorlar aralarına. Mümkün değil yetemiyorsunuz, kırılıyorlar size. Hani kalkıp gitseniz 1-2 saat , aklınız bebeğinizde oluyor. Onu da alsanız yanınıza muhabbetten hiçbir şey anlamıyorsunuz.
Sürekli okuma araştırma yapmalısınız geride kalmamak adına. Bunun için gece yarılarını tercih ediyorsunuz
Bazen o kadar yorgun hissediyorsunuz ki kendinizi… Kanepede sadece 10 dakika uzanmaktır istediğiniz, imkansız.
Liste hazırlıyorsunuz YAPILACAKLAR diye. Evdeki post-it panoya asıyorsunuz; (tam 1 sayfa) ne zaman yapılacak diye her önünden geçişte kara kara düşünüyorsunuz.
Kadınsınız…
Eşiniz ne kadar yardımcı olsa da size (sadece kadına biçilmiş sorumlulukları siz daha iyi yaptığınız için belki de) yükün en ağır tarafını tutuyorsunuz.
Faturaları yatırma görevi eşinizin olsa bile siz son ödeme günü illaki eşinizi arayıp hatırlatma ihtiyacını hissediyorsunuz. Çöpü atma görevi onun olsa da, her seferinde çöp kovasını kapı önüne çıkarıp dolduğunu görmesini sağlıyorsunuz.
En önemli görevim anneliğim diyip, her şeye bir tekme savurup sadece bebeğinizle ilgilendiğiniz saatler de oluyor olmasına ama işte benim o post-it panodaki biriken 1 sayfalık işlerim gibi günün birinde karşınıza çığ gibi kabarmış halde çıkıveriyor.
Ve dün akşamki gibi annenizin yaptığı kabak tatlısını yerken “benim oğlum okuldan geldiğinde bende ona sevdiği şeyleri hazırlayıp mutlu eden bir anne olacak mıyım, yoksa bunu hiç yapamayacak mıyım” diye düşünüyorsunuz.
Babanız bu halinizi fark edip “neyin var kızım” diye sorduğunda da
“annemin elinden hazırlanmış her şey çok güzel babacım” diyerek susuyorsunuz.
Böyle bir yürek yorgunluğu işte çalışan anne olmak.
Bu sebeple dedim “eğer dayanıklı ise çalışmalı” diye.
Galiba kadına yakışan en güzel şey, en mükemmel şekilde yaptığı, anneliği…
Bir gün çalışan bir hanım arkadaşım bana dönüp demişti ki
“Çalışan bir annenin çocuğu olarak büyüdüm. O zamanlar dünyanın en kötü şeyinin çalışan annenin çocuğu olmak olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi biliyorum ki en zor şey o annenin ta kendisi olmak”
İç acıtan bir tespit.
Ama öte yandan çalışmalıyız da…
Hatta sosyal hayattan kopmamalıyız.
Akıp giden hayatın çok dışında kalır isek bu sefer ömrümüzü adadığımız yavrularımızın, yetersiz gördüğü anneler olmak gibi istemeyeceğimiz ihtimal de var.
Çünkü gün gelecek kendi ayakları üzerinde duracaklar, evden ayrılacaklar, yörüngelerinde dönüp durmamızdan rahatsız bile olacaklar. İşte bu yüzden hayatımızı hiçe saymadan belli bir denge kurmayı bilmeliyiz.
Sonra yaşayamadıklarımızdan pişman olup, “bana bunun bedelini öde, yaşamadığım hayatımın diyetini ver” diye düşünen anneler gibi olmamak, hırçınlaşmamak için.
Bu şekilde düşünen annelerin (bunu direkman ifade etmeseler de) dilerinde dolanan klasik bir sözü vardır :
“Senin için her şeyi yaptım, yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, hiçbir arkadaşımı görmedim, kimseyi eve davet etmedim, işimi bıraktım…”
Hep korku duyuyorum ya bende böyle olursam diye.
Yaptığım anneliğe ait o muazzam davranışların karşılığında bir bedel bekleyeceğim içten içe diye.
Bu korku sürekli içimde.
Galiba bahsettiğim gibi olmamak için şimdi yaşadığım yürek ve beden yorgunluklarına katlanıyorum. Dayanıklı olmaya çalışıyorum.
Oğlum “Aziz Mahmud” umu her şeyden çok seviyorum.
Onun her zaman gurur duyacağı bir anne olmak istiyorum.
Ve eminim ki okuldan geldiğinde mutfaktan çıkan mis kokuları da duyacaktır benim oğlum.
“Anne elinden her şey güzeldir” diye düşünecektir
Rabbim ömür versin yeter ki , bunu yaşatmak için zaman bulacağıma inanıyorum.
21/12/2005
Rana Çolak