Kâinatta neye baksanız bir dönüşün cezbesi içinde hep bir merkeze doğru yol almaktadır. Hep aynı noktaya tekrar tekrar yönelme ve hep aynı yere tekrar tekrar ulaşma talebi. İnsanoğlunun,hevalarının ve heveslerinin(masiva ve dünya ilgilerinin) çevresinde dönüp durması da,kendini bu hevadan başka bir makama yönlendirmesi de hep o cezbenin dönüşü;hep o aşkın meşkidir. Âşığa gelince;sevgilinin çevresinde dönmekten gayri elinden ne gelir ki onun? Sevgilinin bulunduğu yerde dönüp durmaktan başka ne yapabilir? Düşüncesi onun merkez olduğu hayalllerde,ayakları onun bulunduğu mahallelerde,rüyaları onun renginde,senaryoları onun yönetmenliğinde… Karar ta ezel gününde verilmiş bir kere…
En evvel aşk idi;hâlâ ki aşktır…
Aşk ki yaratılıştır;geriye ne kalır!?..
İskender Pala
Çünkü aşk,kendisinden geçip sevgilideki gerçekliğe ulaşmanın adıydı.Eğer âşık kendi gerçekliğine sevgilide eriyerek ulaşabiliyorsa ayrılık veya kavuşma,ret ya da kabul,karar veya irade,açılma veya kapanma ortadan kalkıyordu.Bu durumda sevgiliden başlayan yollar yine sevgiliye gidiyordu ki galiba aşk dedikleri şey de bu idi.Sevenin varlığı ya sevilenle veya sevilendendir.Keza yokluğu da sevgilide olacaktır.
İskender Pala
Bu şehirde aşk, illaki iki insanın birbirini sevmesi manasına gelmez. Belki Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin yokuşundan yukarı doğru tırmanırken insanın terlemesi manasına gelir, belki Yahya Efendi’nin orada bir akşam serinliğinde bir boğaz manzarasıdır aşk, öbür taraftan baktığınızda belki Ebû Eyyub-el Ensâri (r.a)’de iç dünyasına dalıp gitmenin adıdır. Yahut da o derin serviliklerin altında mezarların içerisinde biraz kendisine dünya ve zaman kayıtlarından sıyrılmış bir ânın hikayesidir.
Sıradan pazar sabahlarından biriydi o sabahta.
Gülücüklerle , oğluşumuzun şen kahkahaları ve öpüşleri ile uyandığımız bir sabah….
Ben meleğimizin sabah temizliği ile ilgilenirken
Sen mutfağa yönelmiştin
O güzel kahvaltılarımızdan birini daha hazırlamak için.
Azizin sabah hazırlığı bitti, cicilerini giydi
Ve annesinin odaları toplamasına yardım etti
Yatağın örtüsünü düzelttik oğlumuzla
Perdeleri açtık
Pijamalarını çekmecesine koyduk
Azizi sana verdim
Salona geçtiniz
Oyun oynarken baba-oğul, masayı açtım ben.
Allah ne verdi ise…
En bol olan muhabbetimiz,masanın tam orta yerinde …
Azizin döküp saçmalarına kulak vermeden,
Pek görmemeye çalışarak kirlenen üst başını
Kahvaltımızı da bitirdik
Öğlende sonrası için plan kurduk
Hava güzeldi
Bahar vardı dışlarda
Parka gidecektik
Birlikte kaldırdık sofrayı, topladık mutfağı
Mis gibi bahar havasında çok eğlendik
Belkide Aziz’den daha fazla biz….
Eve döndük
Öğleden sonra konuklarımız geldi
Onlarla güzel sohbetler ettik, ikramlarımız oldu
Akşam üstüne doğru yolcu ettik
Ardından yine mutfağa girdim
Yemek olmasına karşın
Hafta sonu diye daha özel bir şeyler hazırladım
Sevdiğin patlıcan salatasını yaptım, bol sirkeli, zeytin yağlı, domatesli
Soğanlarını ovdum tuzla, süsledim
Sen çıtır ekmek aldın bakkaldan
Sofrayı kurdum
Izgara yaptım, yanında çorbası pilavı
Yaprak sarması da vardı buzlukta,
Nasılda unutmuşum daha önceden çıkarmayı…
Nefis bir yemekti…
Yine baş köşedeydi muhabbetimiz
Akşam oldu..
Gece indi sokağımıza
Evimiz ışıl ışıl…
Bulaşıkları diziyordum makineye
Geldin yanıma
“Canım ?” dedin
“Bitanem” dedim…
Gülümsedin…
“Akşama dışarı çıkalım mı” dedim
“Ya oğlan ?” dedin
“Anneme bırakırız…?”
“Olur :)”
Güzel bir geceydi
Sen birinci ben ikinci oldum bowlingde
Arkadaşlar da sonunculuğu paylaştılar
Elimden düşürmedim her zamanki gibi fotoğraf makinemizi
Sonradan fark ettim en çok senin resmini çektiğimi
Gece oldu…
Oğlan uyudu
Bende onu uyuturken uyumuşum yanında
İtina ile uyandırdın beni
“Üşüme burada, hadi gel yat yerine” dedin
“Kapıyı kilitledik mi?” dedim
“Merak etme canım” dedin
Tatlı rüyalara dalmışım….
Sabah oldu
İşe geldim
Ajandamı açtım
Tarih çarptı gözüme
17 Nisan
Dün..
Bizim sözlenme yıl dönümümüzmüş
4 sene önce …
16 nisan 2002 de…
Buruldu içim
“Nasıl da unuttuk” dedim
Yüzümü aldım avuçlarım arasına, incindim
Seni aradım
Hatırlattım
Şaşırdın, üzüldün…
Telefonu kapattım.
Tüm gün bunu düşündüm
Nasıl olmalıydı diye…
Sabah beyaz güllerle mi uyanmalıydım
Yada akşam için özel bir mekanda güzel bir kutlama mı olmalıydı
Pahalı bir hediye veya?
Kızkardeşim geldi yanıma
“Hayrola” dedi
“Dünü unuttuk ikimizde, 4. yılımızdı” dedim
Güldü “eskidiniz mi ne?” “hiç kaçırmazdınız böyle şeyleri” dedi
Sustum…
Gitti…
Dünü düşündüm baştan sona
Güne başlayışımızı ve ardından yaşananları
Hiçbir hediyenin yada süprizin, bana sürekli yaşattığın güzelliklerin kadar memnun edemeyeceğini fark ettim.
Her günümü sevgi ile yaşatan
Üzerime titreyen
Beni koruyan-gözeten
Saçımın teli incinse kıyamayan eşimsin
Rabbimin lutfu
Biriciğimsin
Benim o günümün değil, ömrümün hediyesi sensin.
Her iki cihanda el ele, mutlu olalım biriciğim.
Nisan 2006
Sabahın erken vakitlerinde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu :
“Bir zarfı açmak kadar kalbi titreten ne vardır. Zarf mahremiyettir,mahrem olmasa da satırlar. Bir köşeye çekilinir,yalnız okunur mektuplar (Ali Ural,Posta Kutusundaki Mızıka, s.9).”
Pek çok şeye okunması gereken bir “mektup” olarak bakabiliriz. İşte pürdikkat okunması gereken bir mektup:çocuk!
Çocuk için nasıl kainattaki her şey yeni ise yetişkinler için de çocuk öyledir (Elif KONAR)
Oğlum 9 aylıktı ve toprak kokulu diyarlara gitmiştik. İşte orada,
İlk defa bir kedi yavrusunu kucağına alıp ve sevmişti
İlk defa dut yemişti
İlk defa ağacın dalından sarkan eriği koparmıştı
İlk defa gök gürültüsü ile korkup kollarını boynuma dolamıştı.
Onu izlemek, algıladıklarını anlamaya çalışmak tarifsiz güzel bir duygu idi.
Çocuk, hayata bakışımızı değiştiren, fark etmediklerimizi bize gösteren, unuttuğumuz lezzetleri bize hatırlatan, gülümseten bir aşk..
Evet..
Ana ile evladı arasında (muhakkak baba ile evladı arasında da) olan şey aşkın bir başka boyutu olmalı.
Baktıkça Kudreti sonsuza yakınlaştıran, Kokladıkça Mevla’ya dualanan…
Rabb’e götürmüyorsa bir aşk, aşk değildir
Aşkın lezzetini tadabilmek duası ile…..
-Rana-
“Kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
Çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
Budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni. ”
İbrahim Tenekeci