Peygamberimiz, elini yeni doğan bebeğin başına koyarak dua ederdi. Çocuğun doğumundan sonra ziyafet vermek bu duanın toplu yapılması için olduğundan sahabeler yeni doğan bebekler için ziyafet yemeği vermeyi önemserlerdi.
Peygamberimiz sayıların ve günlerin batıllığını bize bildirmekle beraber, çocuğun hayatında bazı günlerde ve yıllarda bir takım olayların başlatılmasını uygun bulur. Çocuğun önemli günlerinden biri de, çocuğun eğitimin başladığı gündür. Bu yaş dört yaşını 4 ay 4 gün gecedir. Peygamberimiz kendisine bir çocuğun doğum haberi ulaştırıldığında bizim sorduklarımıza benzemeyen bir soru sorardı: “Yaratılışı tam mı?” Tam cevabını alınca da onu eksiksiz gönderen Rabbine şükrederdi.
Peygamberimiz çocukların hayatlarındaki ilk’lere dikkat ederdi. Bu ilklerden birisi de çocuğun midesine inen ilk gıdaydı. Peygamberimiz, Enes’in annesinden Enes’i doğurduğunda çocuğa süt verilmeden kendisine haber verilmesini istemişti. Enes doğar doğmaz Efendimizin yanına getirildi. Peygamberimiz de bebeğin ağzının içini iyi cins bir hurma ile ovdu yani tahnik etti.
Peygamberimiz diğer önem verdiği ilklerden birisi de çocukların ilk duyduklarıydı.
“Kimin bir çocuğu olur da sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okursa, ona Ümmi Sübyan (bir tür çocuk hastalığı) zarar vermez”
Mütedeyyin her ebeveynin yegane arzusudur dindar evlat yetiştirebilmek. Bu gayret; ilk çocukluk döneminde başlar ve yıllar boyu süregelir.Dünden bugüne uzanan süreçte ailelerin kendi dinlerini evlatlarına benimsetme çabaları hep varolmuştur.Geçmiş dönemlerde ki anne-babaların bu konuda daha başarılı olduğu ise yadsınamaz bir gerçek.
Bir tıkla dünyanın öbür ucundan haber alacak kadar gelişen teknoloji ve sosyal etkileşimin olağanüstü derecede artmasıyla beraber, olumlu olumsuz her türlü akımın, gençlerin zihnine boca edilmesi; ne yazık ki ailelerin çocukları üzerindeki tesirini azaltıyor.Ailesinin dinine, kültürüne, giyim kuşam tarzına yabancı bir nesil meydana geliyor çoğu zaman.
Ailenin değer yargılarını beğenmeyen, dolayısıyla yaşam tarzı olarak bu değerleri benimsemeyen gençleri eleştirmeden önce ebeveynler kendilerini mihenge vurmalılar diye düşünüyorum.Titizlikle doğru-yanlış mukayesesi yapıldığında gençlerin istikametini bozan birçok davranışının temelinde hatalı anne-baba tutumlarını bulmak mümkündür.
Önce yaşamak!….
Ebeveynlerin yapageldiği en bariz hata yaşamadan yaşatmaya,uygulamadan uygulatmaya çalışmak.Kısacası kendi yapmadığı halde çocuğundan yapmasını beklemek.Yüce Kitabımızda ”Ey iman edenler !Yapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz”ayetinin sırrınca çocuk eğitiminde en önemli düstur eylem-söylem bütünlüğüdür.Eğer bir ailede bu yoksa gemileri yakıp herşeye sıfırdan başlamalıdır.Her türlü eğitimin olmazsa olmazı olan yaşayarak örnek olma durumu din eğitiminde de ilk şarttır.
Eğitimin olmazsa olmazı:Sevgi !
Ebeveynler inandıklarıyla amellerini mezcettikten sonra evlatlarına doğru tebliğ yapmanın, metodlarını aramalıdır.Bu metodların ilk basamağında ebeveynin çocuğuyla arasında sağlam bir sevgi iletişimi kurması gelmelidir.Çocuk ve aile arasında değer alışverişinin başlaması için sevgi ön şarttır .Ceza,tehdit gibi geçici yıldırma yöntemlerinden uzak durulmalıdır .Zira demoklesin kılıcı gibi gencin tepesinde sallanan baskıcı din eğitimi ,körpe kalbinde makes bulmaz.Aileler din konusundaki dayatmadan evvel sevgiye yatırım yapmalı , imanın tohumlarını sevgiyle sulamalıdır.
Taklit etmek için beğenmek şarttır!…
Bir ikinci düstur ise anne ve baba hal, tavır ve davranışlarıyla çocuğun özen duyacağı bir profil çizmelidir.Kılık kıyafet seçiminde genci özendirecek şekilde düzen ve tertip öncelenmeli(islami ölçüler içinde kalmak şartıyla), gençler ailesinin kılık kıyafetinden utanmamalıdır.Aileler teknolojiyi takip etme noktasında adeta evlatlarıyla yarışmalı,kültür birikimiyle yavrusunun gözünde taklit edilmeye şayan rol-model olabilmelidir.Etrafta envai çeşit rol model varken çocuğun ebeveynine özenmesi kolay iş değildir.Bu konuda ailelerin ekstradan efor sarfetmeleri ve bu özeni oluştumaları gerekmektedir.Evladını geriden takip eden değil, kültür birikimiyle,donanımıyla evladına rehberlik eden aile imajı oluşturulmalıdır.
Gencin ilgi alanları keşfedilmeli…
Özellikle ergenlik döneminde gençler ketumlaşmaya başlar.Ağızlarından laf almak, herhangi bir konuda onlarla muhabbet etmek neredeyse imkansızdır.Esasında biraz kurnazlık gençlerin dilinin bağını çözmeye yeter de artar bile.Hiçbir genç kendi ilgi alanına giren bir konuda konuşmamaya lakayt kalamaz.Bu minvalde çocukların ilgi alanları takip edilerek diyalog kapısı daima açık tutulmalıdır.Sandviç tekniği de denilen teknikle sevdiği konuların arasına vermek istenilen mesajlar sıkıştırılabilir.Böylelikle hem ikili ilişkiler taze tutulur hem de nasihat hissi uyandırmadan doğru mesajlar gencin dimağına gönderilebilir.
Vur-kaç taktiği etkili bir yöntem olabilir..
Çağı çok hızlı yaşayan günümüz neslinin öyle uzun uzadıya nasihat dinlemeye hiç tahammülü yok.Vur-kaç taktiği de diyebileceğimiz bir metodla kısa ve öz cümlelerle tam da taşı gediğine koymak akıllıca olacaktır.Lafı uazatmadan, yerinde ve zamanında söz söyleme sanatı ile verilmek istenen mesaj verilebilir.Çünkü uzayan nasihatler bir süre sonra karşıdakini sıkacağından beyin söylenen sözlerin tamamına kulağını tıkayabililr.
Sesli tefekkür duygu alışverişini tetikleyebilir…
Aile büyükleri ikili diyaloglarla yahut kendi kendine sesli tefekkür egzersizleri yapabilir.Yolculuk esnasında,sofra başında,piknikte hayret uyandıracak tarzda sesli düşünmeler verimli olabilir.Meyvenin güzelliği,ağaçların mükemmel yaratılışı,yaprakların,çiçeklerin eşsizliği,gökyüzünün kusursuzluğu,vücudumuzun başlı başına sanat eseri şeklinde yaratılışı vs. vs. tüm bunlar çocuğun dikkatini çekecek tarzda sesli düşünme ile dillendirilebilir.Çocuk, bütün bu duyduklarını nasihat olarak algılamayacağı için muhakkak zihninin bir köşesine kaydedecektir.
Nezaketin yumuşatamayacağı sine yoktur.
”Taşı delen suyun şiddeti değil damlaların sürekliliğidir” prensibince kırmadan, incitmeden ,damla damla devam eden tebliğ metodu benimsenmelidir.Tüm söyleneceklerin tek seferde boca edilmesi aniden bastıran yağmurun delik deşik ettiği toprak misali çocuğun kimyasını bozmaktan öteye geçmez.İnce ince yağan yağmurları ise toprak kolayca hazmedebilir.İliklerine kadar suyu emer ve tam kıvamına gelir.
Pes etmek anne-babanın defterinde olmamalı
Unutulmaması gereken en önemli husus şudur ki; bir sarayın bin kapısı olsa, dokuzyüzdoksandokuz tanesi kilitli olsa, akıl sahibi insan son kapıyı da zorlamadan dönüp gitmez.Anne-babaların birkaç metod deneyip pes etme lüksü yoktur.Çocuğunu ebedi saadete götürecek imani tohumları kalbine ekmek adına her yolu denemeli her kilidi zorlamalıdır.Kapanan her kapı yeni kapıyı zorlama iştiyakını kamçılamalıdır.
Velhasıl anne veya baba olmak sadece fizyolojik yeterlilik değildir.İyi ebeveyn olmak yavrusunun karnını tok, sırtını pek tutmakla sınırlandırılamaz.Esas sevgi ve şefkat evladını iki cihanda bahtiyar edecek tohumları ekmek sonrasında da yeşertmektir.Aileler bu misyon ile sancılanmalı, bu kaygılarla zihnini yoğurmalı,kilitleri açacak anahtarı bulmalı.
Rabbi Rahiminden tevfik isteyip dua dua yalvarmalı.Güzel meyveler aldığında ise tüm bunların lütf-u ilahi olduğunu unutmamalı….
Zeynep Öztoprak
Peygamberimiz bir gün namaz kılıyordu. Secdede çok uzun kaldı. Vahiy mi geldi diye Sahabeler merak etti. Peygamberimiz namazı bitirdi. Secdede niçin uzun kaldığını merak eden sahabelere meraklarını giderici şu açıklamayı yaptı: “Oğullarım sırtıma binmiştiler ya, acele edip oyunlarını bozmak istemedim”
Bizler ise, yaramazlık yaparlar diye, çocukları özellikle camiye götürmeyiz. Çocukla beraber oyun oynarken, çocuk için en güzel bir anda onu orada bırakıp; “namaza gidiyorum” deriz. Hâlbuki peygamberimiz, Umame omzundayken namaza başlar secdeye gittiğinde çocuğu indirir, kalktığı zaman tekrar omzuna alırdı.
Peygamberimiz (s.a.v) çocuk cennet kokusudur buyurmuştur. Bu yüzden torunlarına ‘reyhanlarım’ diyordu.
Reyhan; çok güzel koku veren, görünümü iç açıcı ama bakımı çok fazla gayret isteyen bir çiçektir. Peygamber efendimiz, o çiçekleri büyütmekle vazifeli anne ve babalara çiçekler için tavsiyelerde bulunuyor:
“Çocuklarınıza iyi davranın onları iyi terbiye edin”
Hz. Hasan ve Hüseyin, bir gün peygamberimize gelerek, Efendimizin kendilerine bir deve almasını istediler. Peygamberimiz o anda çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden deveyi unutturacak bir çözüm yolu buldu. Küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi; “Haydi binin bundan daha iyi deve mi olur” Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtlarına binmişler ve deveyi unutmuşlardı. Çocukların bu tarz istekleri karşısında bizler tarafından söylenen sözler hep aynıdır; Paramız yok, ileride alırız, daha sonra vs. Bu sözler, çocuklara parayı önemsetir ve onları fakirlik psikolojisine sokar. Eğer bunu fark edemez isek çocuklarımız, büyüdüklerinde paraya tapar hale gelirler.
“Çocuğu olan onunla çocuklaşsın”
Efendimiz; “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyurmuştur. Peygamberimizin göbeği üzerine akıtan torununu almak isteyen Ebu Leyla bin Abdurrahman’a Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Oğlumu bırakın hacetini tamamlayıncaya kadar onu korkutmayın”
Peygamberimiz bir çocuğun elinden tutunca o bırakıncaya kadar elini çekmezdi. En büyük dikkatsizliklerimizden birisi budur. Oyun anında işitmez, görmez, anlamaz sanırız onları. Hâlbuki çocukların alıcılarının en çok açık olduğu andır oyun anları. Yapmalarını istediğimiz şeyleri o anlarında söyleyebiliriz. Onların hemen kabullenmelerini ve farkına varmadan şartlanmalarını sağlar oyun anları, fakat bu çok önemli anları biz oyundadır duymaz diyerek çocukların duymaması gereken konuları onların belleklerine işleyerek geçiririz. Misafirliklerde çocuklar bir köşede oynarken, annelerinin konuştukları her şeyi kafalarına kaydederler.
“Suç” denilince hemen aklımıza “cezâ” gelir ve hatta çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl cezâ verileceği, cezâ alan çocuğun nasıl “adam olduğu” ballandıra ballandıra anlatılır.Peki, ama cezâ ile terbiye etmeye çalışmak acaba ne kadar “bizim pedagoji” anlayışımız içinde yer alır, hiç düşündük mü? Ya da soruyu şu şekilde soralım: Suç işleyen çocuğu, cezâ korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdânî ve ne kadar İslâmî bir usûldür?
Madem ki, çıkmaza girdiğimiz her meselede Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatına bakıyor ve O’nu örnek alıyoruz, o hâlde Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini bu konuda mercek altına alalım ve bakalım acaba O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuklara hangi cezâ (!) usûllerini uyguluyordu?İşte bu yazımızda, günümüz anne-babalarının “anlık çözüm” olarak her an rahatlıkla kullandıkları cezâ konusunu masaya yatıracağız, bir yandan da tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in davranışlarını “çocuk ve cezâ” konusunda analiz edeceğiz.
Cezâ ve Çocuk İsterseniz suç ve cezâ konusunu daha somut/müşahhas bir şekilde ele almak için bir örnekle yola çıkalım.On yaşlarında bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Ve çocuğunuzun, evde misafirleriniz olduğu her an sizi misafirlerinize karşı hep mahcup ettiğini hayal edin.
Örneğin, siz ne zaman konuşmaya başlasanız, çocuğunuz sizin kullandığınız cümleleri alaya alarak ve eğip bükerek arkadaşlarınızın içinde sizi mahcup ediyor. Ne yaparsınız böylesi bir çocuğa?
Örneğimizi biraz daha zorlaştı ralım. Siz dînî değerlere hassasiyet gösteren bir âilesiniz ve namaz kılıp ibâdet ediyorsunuz. Ancak çocuğunuz, bu sefer de okunan ezânla dalga geçiyor. Siz namaz kılmak üzere hazırlık yaparken, çocuğunuz da, okunan ezânı hafife alıyor, kelimeleri eğip bükerek tekrar ediyor.Ne yapardınız? “Önce ikaz ederdim, ezân’ın önemini anlatırdım.” dediğinizi duyar gibiyim… Peki, çocuğunuz ısrarla aynı davranışı tekrar ediyorsa ne yaparsınız? Sanırım çocukla bir-iki defa konuşur, eğer hâlâ aynı davranışı tekrar ediyorsa, öfkelenir, kızar ve bir daha yaparsa cezâlandırılacağını haber verirdiniz değil mi? Öyle ya, ezân ile dalga geçen çocuğunuzu yanınıza çağırıp:“–Mâşaâllâh… Aman ne de güzel sesin varmış, al sana bir avuç dolusu para!..” diyecek hâlimiz yok ya!..
Zaten böyle bir şey yapacak olsak, aklımıza ilk gelen şey: “–Çocuğa yumuşak davranırsak, çocuk bugün ezânla dalga geçer, yarın namazla…” diye düşünülür ve kaşlarımızı çatmak zorunda hissederiz kendimizi, değil mi?
Peki, böylesi bir hâdise, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında olsaydı, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl davranırdı?İşte, tıpkı yukarıdaki örneğin bir benzerini, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında da görüyoruz. (Kütüb-i Sitte, 16 cilt, sayfa 597, Bab: “Ezânda tercî”)
Bir gün ezân okunurken, bir grup çocuk okunan ezânı hafife alıyor ve müezzinle dalga geçiyordu.Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukların bu hâlini gördü. Çocukları yanına çağırdı. Okunan ezânla kimin dalga geçtiğini sordu. Çocuklar içlerinden birini gösterdi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o çocuğa döndü ve çocuğun sesinin ne kadar da güzel olduğunu söyledi ve ardından çocuğa ezân okumasını buyurdu.
Çocuk, ezân okumasını bilmiyordu. Mahcup oldu. Utandı.Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğa tebessüm etti ve önce kendisi ezân okudu ve sonra çocuğa dönerek: “Hadi, tekrar et!” buyurdu. Çocuk duyduğu kadarı ile ezân okudu.Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğa bir kese para verdi.Kendisinin cezâlandırılacağını bekleyen çocuk, böylesi bir mükâfatla karşılaşmanın şokunu üzerinden atmadan, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübârek elini çocuğun alnına koydu ve saçlarını okşadı. Sonra elini çocuğun göğsüne getirdi ve ona:“–Allah seni mübârek kılsın, Allah sana bereket yağdırsın.” diyerek duâ etti.
Çocuk, o âna kadar ürküp korktuğu Kâinât’ın Sultan’ı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı sevgi duymaya başladı.Biraz önce çirkin bir davranışla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelen bu çocuk, saf yüreği ile Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:“–Beni Mekke’ye müezzin olarak tâyin eder misiniz?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tebessüm ederek, çocuğun bu isteğini de geri çevirmedi.
Eğer bu olayı pedagoji perspektifinden analiz edecek olursak: Müslümanların mukaddes olarak kabul ettiği bir değeri hafife alan, dalga geçen bir çocuk var. Tıpkı kendi evimizde okunan ezân ile dalga geçen çocuğunuz gibi. Bu suç karşılığında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl davranıyor?
1-Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- az önce ezânı hafife alan çocuğa, “Hadi, ezân oku!” diye bir iltifatta bulunuyor. Hâlbuki alışkanlığımız o ki, eğer bir çocuğun bir suçu varsa, çocuğun o suçu bir daha işlememesi için, o davranışı bir daha yapmamasını tembih ederiz. Hâlbuki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunun aksine; “Hadi, ezân oku!” diye buyuruyor. Belki etraftaki herkes, çocuğun çirkin davranışına dikkat ettiği hâlde, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğun güzel sesine dikkat ediyor. Böylesi bir davranış, çocuk terbiyesinin en önemli kısmına işaret eder ki, biz buna “Çocuğun kabiliyetlerini görebilme” ya da “pozitif çocuk terbiyesi” diyoruz. Hâlbuki cezâ, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usûlüdür.
2-Çocuk, ezân okuduktan sonra, ona bir kese içinde para ikram ediyor. Hâlbuki o an karşısında duran çocuk, suçlu bir kişi olmasına rağmen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu çocuğa bir kese para veriyor ki, böylesi bir muâmele “maddî mükâfat”tır. Suç işlemiş olan bir çocuğa maddî olarak mükâfât vermek, sanırım hiç kimsenin aklına gelmez. Belki de çocuk bu davranışı bir kere daha tekrar eder diye korkarız. Zaten bu anlamsız korkularımız değil mi ki, çocuk terbiyesinde, kaşları çatık bir anne-baba rolü oynamak zorunda olduğumuzu hissettiriyor bize!..
3-Daha sonra, çocuğun saçlarını okşuyor. Saç okşamak da bir mükâfât türüdür. Bu davranış “duygusal mükafat”tır. Az önce ezânla dalga geçen çocuk, hâlâ cezâ almadığı gibi, üçüncü kez mükâfât ile karşılaşıyor.
4-Ardından; “Allah, seni mübârek kılsın, Allah sana bereket yağdırsın” diyerek duâ ediyor. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu davranışı ile de çocuğun vicdânına hitap ediyor ve bir kere daha “duygusal mükâfât”la ona yaklaşıyor. Bu da aynı olay içinde dördüncü mükâfâttır.
5-Daha sonra çocuğu Mekke’ye müezzin olarak tâyin ediyor ki, böylesi bir pâye herkesin gıpta ile bakacağı bir makamdır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- suç işlemiş bir çocuğa karşı çokça cömert davranıyor ve bunca mükâfâttan sonra, bu defa da en üst perdeden bir “sosyal mükâfât” veriyor. İşte size Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir suçlu çocuğa yaklaşım tarzı!..
Efendimiz bu çocuğa ne kaşlarını çatarak, ne parmağını sallayarak, ne de “Bir daha böyle yaparsan sana şöyle şöyle yaparım.” diye tehdit ederek yaklaşıyor… Aksine çocuğun vicdanına giden bütün kanalları kirden temizler gibi, çocuğu mükâfât yağmuruna tutuyor.
Kütüb-i Sitte’de rastladığımız bu sahâbî efendimizin adı Ebû Mahzûre -radıyallâhu anh-!.. Efendimizin terbiye usûlünün, onun üzerindeki tesirine bakın ki, o günden sonra bu sahabî efendimiz saçlarını hiç kesmiyor. Yaşlılığına yakın bir dönemde ona:“-Saçların böyle çok çirkin görünüyor, kes artık şu saçlarını Yâ Ebû Mahzûre!..” denildiğinde, o çok hiddetleniyor ve:“-O saçlara kim dokundu siz bilmiyor musunuz?” diye soruyor.
İşte size peygamberâne çocuk terbiyesi…Hadis ansiklopedilerini alt-üst edelim, bakalım, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetlerini tek tek ele alalım. Eğer O’nun -sallâllâhu aleyhi ve sellem- suç işleyen çocuklara karşı uyguladığı bir tek cezâ şekline rastlar isek, o usûlü hep birlikte çocuklarımıza uygulayalım…Ama yok!.. Bunca yıldır bu konuda araştırma yapmış birisi olarak söyleyebilirim ki; Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hiçbir çocuğu cezâ ile terbiye ettiğine şahsen ben rastlamadım.
Düşünün lütfen!.. Eğer, suç ile mücâdelede “Cezâ” etkili bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu çocuğa, en azından kaşlarını çatmaz mıydı?Çatmazdı ve çatmadı da… Çünkü bugünkü pedagojik veriler de mükâfâtın çocuk terbiyesinde çok olumlu bir tesir gücünün olduğunu ortaya koyuyor. Cezâ ile davranış değiştirmeye çalışmak ise, çocuğun dünyasında negatif bir tesir oluşturarak onu yeni yeni yanlışların içine sürüklüyor.Evet, belki hayvanları terbiye etmek için cezâ metotları kullanılabilir, ama insan terbiyesinde “cezâ” kalp kırıcıdır, onur kırıcıdır, izzet ve haysiyete düşmandır.
Adem Güneş
Peygamber Efendimiz çocuklarla karşılaştığında büyükler gibi selam verirdi. Onlarla sır paylaşırdı. Çocuklara değer verir en yorgun olduğu zamanlarda bile onları incitmezdi. Ayrıca, Peygamberimize göre çocuklar büyükleri rahatsız etmez, büyükler çocukları rahatsız eder. Hasta çocuk ziyaretinde bizler çocuklarla ilgilenmekten çok anne ve babayla konuşmakla meşgul oluruz. Oysa peygamberimiz çocuklarla meşgul oluyor, onlarla konuşuyordu.