…eski Türk filmlerinde vardı… Hulusi Kentmen’in canlandırdığı, oğullarını döven baba tiplemeleri…
Ortalama her filmde; hatta aynı film içinde farklı nedenlerle oğullarını döverdi… kimini çapkın olup kadın peşinde koşturduğu için… kimini kumar oynadığı için…
…anlamadığım şey, neden “Düşünen” evladını da dövdüğüydü babanın…!
“…devleti kurtarmak sana mı kaldı…? Sistemi eleştirmek sana mı kaldı…? Sen kim sistemi eleştirmek kim…?” diye de hırpalıyordu oğlunu.
Kendi babamı düşünüyorum… bize sürekli sorgulamamızı tembih ediyordu… “Yavrularım… sorgulayın… hayatı sorgulayın…” diyordu… “Yaşadığınız hayattı sorgulayın… kainatı sorgulayın… insanı sorgulayın… bu hayatın öncesini sorgulayın… hayatın sonrasını sorgulayın… sorgulamadan yaşadığınız bir hayat, sorgulamadan taşıdığınız bir düşünce hiçbir değer taşımaz… sorgulayın ki herhangi bir şeyi kabul ederken, kabul ettiğiniz şeyin ne olduğunu bilerek kabul edin… ve yine sorgulayın ki, reddettiğiniz şeyin ne olduğunu bilerek red edin… aksi halde koyundan farkınız kalmaz… koyun gibi davranmak insan onuruna yakışmaz… sorgulayan bir beyinden hiç kimseye zarar gelmez… ne kendinize ne de çevrenize… ama sorgulamıyorsanız, bir ömür boyu taşıdığınızı sandığınız düşünceler, aslında sadece bir dayatma olacak… hiç birisi ‘değer’e dönüşmeyecek… ben evlatlarımın düşünmeyen, düşünce sistemleri gelişmemiş çocuklar olmasını istemiyorum… beni seviyorsanız, beni memnun etmek istiyorsanız sorgulayın insanı… hayatı… kainatı… öncesini… ve sonrasını…” diyordu.
…
Mailler atıyorsunuz ya “Mehtap Hanım… olaylara bakış açınız çok güzel… çok değişik… çok farklı… nerden bakıyorsunuz… nasıl değerlendiriyorsunuz…?” diye.
…işte buradan…
…yani geçmişten gelen bir sorgulama sistemiyle… her şeyi sorgulayarak hem de… sorgulanmış/sorgulanmamış ne varsa üzerinde düşünerek… bulunmuş/bulunmamış ne kadar cevap varsa, her soruya kendi cevaplarımı bularak sorguluyorum ben…
…çünkü benim Hulusi Kentmen’in canlandırdığı karakterlerde olduğu gibi sisteme dokunmaktan korkan bir babam olmadı… hayatının her iki evresinde de, içinde bulunduğu hayatı sorgulayan ve değer yargılarını oturtmuş bir babam oldu… evlatlarının korkularından korkmayan… bu korkuların insani olduğunu düşünen… sadece iyi bir klavuz olması gerektiğini bilen bir babam vardı…
…çünkü babam insan psikolojisini gerçekten iyi tanıyordu… insanın ihtiyaçlarını biliyordu… insanda neyin olduğunu… bu olanlardan neyin çıktığını aklediyordu… tam da bu nedenle büyüme dönemlerimizin tüm doğal ihtiyaçlarını karşılamamız için bize yardımcı oldu… annemle birlikte sağlıklı büyümemiz için ne gerekiyorsa yaptı…
…çünkü benim annem ve babam, bizi sağlıklı yetiştirmenin tek koşulunun, ballı sütler içirmeleri gerektiği olduğunu düşünmediler… yerine göre bir çocuk soğan ekmek de yer… karnı doyar… ama bilgi ile donanmazsa beyin hücreleri ölür diye düşündüler… tam da bu nedenle önce kendileri sorguladılar hayatı… sonra bize öğrettiler nasıl sorgulanacağını… ve vücudumuzu büyüten besin maddelerinin yanında, daha değerli bir hediye verdiler bize… beynimizi kullanmayı öğrettiler… aklımızın sağlıklı bilgiye ulaşması için bilgi ile donanması gerektiği gerçeğiyle buluşturdular…
…çünkü bize okumamızı önerdiler… kendileri okuyarak ve bizimle okuduklarını konuşarak sevdirdiler okumayı… hiç korkmadan, ayrım yapmadan okumamızı istediler… biliyorlardı ki sürekli okuyan insanlar, bir süre sonra kendi şablonlarını oluştururlar… okuyan insandan zarar gelmeyeceğini biliyorlardı… tam da bu nedenle düzenli bir şekilde okumamızı sağladılar…
…çünkü okuyarak insan ne olur ki…! bizim ülkemizde zaten ya -din düşmanı olmayan- iyi bir solcu… ya iyi bir Müslüman… ya da ideolojilerden uzak ama iyi bir okuyucu…
…okuyan/düşünen/sorgulayan insandan kimseye zarar gelmez sevgili okurlar…
…okuyan insan “TARAF” olur evet… ama kendi hayatını üzerine kurmak istediği ideolojinin tarafı olur… okuyarak, sorgulayarak, bilgi ile donanarak “Taraf” olan kişiden kimseye zarar gelmez…
…ama okumadan koyun gibi güdülerek “Taraf” olmuşsa…? –ki bu durumda bir kavram kargaşası vardır. Çünkü bu durumun adına başka bir şey derler- işte o zaman kötü… çünkü öyle bir durumda “taraf” olmaz… sadece “FANATİK” olur o kadar… fanatiklerin de neler yaptığını hepimiz biliyoruz zaten… bir futbol takımının fanatiği olunca stadyumları kırıp geçiriyorlar… ideolojinin fanatiği olunca da cadde ve sokakları…
…çünkü okuyarak, bilgi ile donanarak, sorgulayarak taraf olanlar cidden zarar vermezler… çünkü taraf olmayanlar, bertaraf olacaklarını bilirler… çünkü “farklı olanla birlikte yaşama” prensibi isteseler de istemeseler de bilinçaltlarına yerleşir. İster A düşüncesine sahip olsun, ister B düşüncesine hiç fark etmez. İnsan olma paydasında buluşur, birlikte yaşamanın bir yolunu bulurlar. İnsan değerlidir okuyanlar için… insan önemlidir… insan kıymetlidir… hele insan olmak… inanılmazdır…
…
Diyorum ki… açıkçası okuyarak, bilgi ile beslenerek ve sorgulayarak büyütüldüğüm için, sizi etkileyen şeyler yazabiliyorum bence… bunları da niçin söylüyorum biliyor musunuz sevgili okurlar… aranızda anne/babalar ve anne/baba adayı gençler var biliyorum… lütfen evlatlarınıza düşünmeyi öğretin… düşünmekten korkmamaları gerektiğini de…
…çünkü düşünceden uzaklaşınca… sistemi eleştirmekten uzaklaşınca… bildiği ve sağlıklı bilgi ile ulaşılmış doğruları savunmaya başlayınca korkuyoruz biz Türk milleti… militan mı olacak başımıza diye… olsun…! Herhangi bir düşüncenin savunucusu olsun…!
…çünkü herhangi bir düşüncenin savunucusu olmayınca… herhangi bir ideolojiye yaklaşmayınca, hamburger ve colaya yaklaşmaya başlıyorlar…! Amerikanvari düşünüyorlar…! yani anlayacağınız gibi düşünmüyorlar 🙂 düşünemiyorlar…! Sadece dans… sadece müzik… sadece eğlence… sadece cinsellik… sadece “…ohaaa falan oldum yani”den öteye gitmeyen bir durumla donanıyorlar…
…sonuç…?
Hüsran… evet… sonuç hüsran… geçmişte evrensel meselelerden dolayı tartışan gençler, günümüzde kız meselesi nedeniyle cinayet işliyor… sevgilisiyle rahat rahat ilişki yaşamak için kendi öz anne/babasını öldürüyor… paranın saadet ve mutluluk getireceğini zannettiği için, üç kuruşa bedenini satıyor… gayrimeşru yollardan bedenine giren bebeğini çöp sepetlerine atıyor… eroin, uyuşturucu, madde bağımlısı oluyor…
Ne yalan söyleyeyim… bir gün bir çocuğum olacaksa, şansımı “düşünen” evlattan yana yaparım… “sorgulayan”… hayatına dair sağlıklı bilgileri okuyarak edinen bir evladım olsun isterim… A düşüncesine sahip olur veya B… bence hiç mi hiç fark etmez… aslında elbette benim değerlerime sahip olsun isterim… çünkü benim yaşamımı belirleyen değerlerin çok evrensel doğrular olduğuna inanıyorum… ama benim sınırlarımın bittiği, kendi sınırlarıyla devam edeceği hayatında öncelikle ilkeler olmasını isterim… prensipleri olmalı… hayat karşısında bir duruşu… değer yargıları… paranın satın alamayacağı değerlerle donanmalı… işte o zaman “insan” yetiştirdim diyebilirim…
…ve son olarak…
Kuru kuruya evlat istemekle olmuyor… biliyorum…! O çocuğun anne/babası olmayı başarmak lazım… düşünen/ sorgulayan/ hayata söylenecek sözleri olan/ prensip sahibi/ donanımlı/ okuyan/ araştıran/ merak eden/ önyargısız/ dengeli/ kişilikli anne-babalar olmak lazım…
Sevgiyle kalın…
Mehtap Kayaoğlu