Kucakladığı defteri ile odaya geldiğinde Aziz, annemle sohbet ediyorduk.
-Annneee, sen okusan da ben yazsam ? Hem okuyup hem yazdığımda kaldığım yeri çabuk bulamıyorum.
Diye sordu.
-Tabii, diye yanıtladım, önümdeki sehpaya diz çökerek okumaya başlamamı bekledi oğlum.
Annem ise her zamanki torununa kıyamayan o naif kalbi ile :
– Ah ah yazık bu minik ellere, her gün yazı yazmaktan mahvoldu çocuk, dedi.
Aziz’in bu söz karşısındaki tavrı çok başka olacak sanmıştım. Ama öyle olmadı ve :
– Asıl bu yazdığım öyküdeki çocuklara yazık anneanne, dedi.
Hem anneannemiz, hem de ben merak ettik öyküdeki çocukları. Yazının başlığına baktım : Fincan Takımı.
Tanıdık geldi bu başlık. Okumaya başladım.
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar:
– “Eski gazeteniz var mı bayan?”
Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi.
– “İçeri girin de, size süt ısıtayım” dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Sıcak sütün yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar sobanın önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu…
Erkek çocuğu bana döndü :
– “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu.
– “Zengin mi? Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.
Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve .
– “Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım” dedi.
Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı.
Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. . Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi…
Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri sobanın önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini.
Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu…
Son satırı tamamlayamadım. Sesim boğuk bir fısıltı gibi çıkmıştı sadece. Aynı anda ağlamaya başlamıştım. Annemde benden farklı durumda değildi. Baktım o da göz yaşlarını akıtıyordu.
Aziz hızla katlı sehpanın yanından ve sol tarafımdan sarıldı bana. Saçlarımı kulaklarımın arkasına kıvırıp öperken beni, gözleri buğulu buğuluydu.
-Demiştim dimi… diyebildi
O an diğer yanımdaki minik poşete ilişti gözüm. Eşim bir saat kadar önce “Kalem alır mısın babacım ?” diyen oğlumuz için bir poşet, çeşitli tip ve özellikle kalemler almıştı. Yetinmemiş silgi, kalem traş ve başka okul gereçleri de ilave etmişti, olur da lazım olur diye.
Poşeti elime aldım ve Aziz’e dönüp “Biliyor musun oğlum, tüm eğitim hayatı boyunca bu kadar dahi kaleme sahip olmamış öğrenciler var şu hayatta. Lütfen, Allahın sana bahşettiği maddi yada manevi her şeyi kullanırken, bunları bulamayan yada sınırlı olarak bulabilen çocukların da olduğunu aklından çıkarma” demek ihtiyacı hissettim. Biliyordum, Aziz bunun idrakindeydi ama bir an bile unutmasın istiyordum.
Şöyle bir etrafıma baktım, eşime, anneciğime, sıcacık evime, altın saçları gibi kalbi olan oğluma, sağlığıma…
Hakikaten ne büyük servete sahiptim. Görebiliyor muydum başkalarının hayali olan şeylerin benim yanı başımda olduğunu…
Şükredebiliyor muyuz acaba hepimiz sahip olduklarımıza?…
Şükürler olsun, binlerce, milyonlarca şükürler olsun Rabbim…
“Allah’ım bize verdiğin nimetlerini kadrini idrak etme şuuru ver. Bizi nefsimizle baş başa bir an olsun dahi bırakma.” AMİN
—
“Eğer şükrederseniz Ben de nimetimi artırırım; şayet nankörlük yaparsanız, biliniz ki azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
—-
http://www.kayasehirinsesi.com///19,sukredebilmek.html