Akşam 18:00 sularında Zincirlikuyu Metrobüs istasyonuna ulaştığımda gördüğüm hıncahınç kalabalık karşısında “Aman Allahım!” dedim. Sanki tüm şehir buradaydı, her biri evlerine ulaşma telaşında, iş çıkışı yorgun ve bitkindiler…
Bekleyemedim. Hareket etmek üzere olan kalabalık metrobüse son anda bindim. Oğlum eve çoktan ulaşmıştı ve apartman komşum onu karşılamıştı. Karnını doyurmuş, ödevini yaptırmaya başlamıştı. Aynı komşuma sabah erkenden oğlumu bırakmıştım. Komşum onu okula yolcu etmişti. Üstelik birkaç saat önce bir diğer komşumla beni aramışlar “Akşama plan yapmayın, yemeğe 3 aile bir arada olacağız” demişlerdi. Bunları düşünürken komşuluğun pek çok zaman akrabalığın da önüne geçtiğini, iyi komşunun değerli bir hazine olduğunu hissettim. Ne büyük nimettiler benim için…
Aracın arkalarına doğru ilerledim. Bir zaman sonra çevremdeki insanları gözlemlemeye başladım. 1-2-3-4-5… Sadece çevremdeki 8 kişin ellerinde cep telefonları ya da tablet bilgisayarlar vardı ve her birinin kulağında kulaklık, kendi dünyalarındaydılar. Metrobüsün tamamı eminim benzer şekildeydi. Hepimiz aynı araç içinde aynı yöne doğru ilerlemekteydik ancak herkes bambaşka dünyalardaydı. Biri gözlerini yummuş müzik dinliyordu, diğeri oynadığı oyunda bir level daha geçme gayretine girmişti, öteki sosyal paylaşım sitesinde gezinmekteydi. Birkaç kişi ötemde müzik dinleyen gencin kulaklığından taşan müzik bana kadar ulaşıyordu. Bir başkası mesaj yazıyordu. Bir diğeri telefonla görüşüyordu. Pencereden dışarı baktım, yağmur yağıyordu. Şehir ıslanmıştı, ışıklar yanmıştı, çok güzel görülüyordu. Peki kaçımız görmüştük bunu?
Çaprazımda bir kadın oturuyordu, kucağında 4-5 yaşlarında kırmızı şapkalı şirin bir kız vardı, sıkılmıştı. Göz göze geldik. Gülümseyip, göz kırptım. Çekinip gözlerini kaçırdı benden. Birkaç dakika sonra yine gözlerimiz buluştu, yine gülümsedim. Tekrar kaçırdı gözlerini ama bu sefer o da gülümsemişti muzipçe. Az sonra yine göz göze geleceğimizi biliyordum, öyle de oldu. Karşılıklı gülümsedik. Annesinin ilgisini çekti, o da eşlik etti gülüşümüze. Bu tatlı gülümsemelerle yol devam ederken kendi çocukluğum geldi aklıma. Toplu taşıma araçlarına bindiğimde illaki bir ağabey, abla, dede, teyze, amca olurdu benimle ilgilenen. Çocukluğuma uygun sorular yöneltirlerdi, saçımı okşarlardı, kaça gittiğimi sorarlardı, kardeşin var mı derlerdi… Sıkılmazdım hiç… Yabancılarla konuşmak doğru değildi bilirdim ama bu konuşmalar annemin kucağındayken gerçekleşirdi. Bilirdim emniyette olduğumu. O amca ve teyzelerin de benim sıkılmamam için -beklide kendi sıkıntılarından uzaklaşmak için- sohbet ettiklerini anlardım. Oysa bu minik kırmızı şapkalı kız çok sıkılıyordu ve yanındaki ağabeyleri ablaları onun farkında bile değillerdi.
Bilmiyorum cep telefonları, bilgisayarlar insan sağlığına zararlı mıdır değil midir…
Kaçsak, korusak kendimizi … Nereye kadar ?
Ama asıl olan şu ki telefon ve bilgisayarlar hayatımıza girdiğinden bu yana çevremize karşı duyarsızız. Hayatta olup bitenleri gözlerimizle değil, ekran aracılığı ile algılamaya çalışmaktayız.
Eve varış yolunda eşimle buluştuk. Komşumuzun kapısını çaldığımızda gülen gözlerle karşıladılar bizi, sevgiyle kucaklaştık. Mis gibi balık kokuyordu, salatalar, tatlılar yapılmıştı. Çocuklarımız neşe ile oyuna dalmışlardı. Saatlerce süren sohbetlerimiz gece yarısına ulaştırdı bizi. Ne güzeldi….
İşte hayat bu… Dokunduğun, gördüğün, fark ettiğin, acısını önemsediğin, sevincini paylaştığın, çocuğunun yarasını öptüğündür.
Kayaşehir’de yaşamaya başlayalı 7 ay oldu ve ben ufak tefek yaşadığım zorluklarına rağmen en çok bu komşuluk ilişkimizi seviyorum. Bir birimizi önemsememizi ve özlememizi. Hayatlarımıza karşı ölçülü ve ilgili olmamızı… Evet muhakkak vardır yerine oturmamış taşlar ancak bunların da zamanla atlatılacağına inanıyorum.
Sevgiyle, ilgiyle, sabır ve anlayış ile…
http://www.kayasehirinsesi.com///30,metrobusteki-kucuk-kiz.html
Sabahları uyandığımda,
telaşlı yağmur damlacıklarının
pencere camıma bıraktığı
O tatlı tıkırtıları duymayı
ne çok özlemişim.
Rüzgar yüzümü acıtırken eve doğru koşmayı,
yollardaki su birikintilerinden sıçramayı,
camların buğusunu, limonlu ıhlamuru…
Yeni bir kazak almayı,
İş çıkışı karanlığı,
kestane kebabı ,
çat kapı konukları
Toprak kokularını….
Ve duaları…
Yağmur damlacıkları
Öte alemlerden kopup gelirken
Rahmet yağarken yer yüzüne ,
kapılar açılmışken ardına kadar
Edilen tüm dualar kabul olurken
Dualarım da yükselir sanki gök yüzüne.
Her kapıyı açan Rabbim den,
hayır kapılarını açmasını isterim bu vakitlerde.
Yağarken yağmur,
Özlemeyi severim en çok
Hüzün takılır saçlarıma
Şarkılar daha dokunaklı gelir
Kırılganlıklarım artar,
Sırtında gezinecek şefkatli bir ele aç
kedi yavrusu gibi olur ruhum.
Geldi kasım yağmurları
Özlenen pek çok alışkanlıkları ile…
Hoş geldi…
(kasım ikibinbeş)