Saint Exupery’nin “Küçük Prens” adlı masalını bilmem kaçınız okudunuz. Çocuklar için yazılmış olsa da biz yetişkinlerin de okuması gereken güzel bir masaldır küçük prens.
Bu masalda çok sevdiğim bir bölüm var. Tilki ile Küçük prensin “evcilleştirme ve sorumluluk duygusuna” dair aralarında geçen diyalogları…
Küçük prensin yaşadığı küçük gezegeninde tek arkadaşı vardır “gül”ü.
Gülünü çok seven ve ondan daha güzelinin olmadığını düşünen küçük prens bir gün dünyaya gelir. Dünyada gül bahçesini gördüğünde yıkılır tüm düşüncesi. Artık gülünü güzel ve özel bulmamaya başlar. Çünkü çok vardır ona benzeyeni.
Arkadaş aramak için gezinirken tilki ile karşılaşır. Tilki ondan kendisini evcilleştirmesini ister. Küçük prens evcilleşmenin ne olduğunu bilmediği için tilkiye bunun anlamını sorar. Tilki ona “bağlar kurmaktır” der…Ve şöyle izah eder :
“sen benim için öteki çocuklar gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Ben de senin için öteki tilkilerden hiç farkı olmayan bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimiz için gerekli oluruz. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz, benzersiz olurum. Ben tavukları avlıyorum; insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da… Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim.Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü.Ama senin saçların altın sarısı. Buğday da altın sarısı .Beni evcilleştirdiğini bir düşün!. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim… İnsan ancak evcilleştirirse anlar. İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar.Ama dostluk satılan dükkan olmadığı için dostları yok artık.Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir.”
Küçük prens “peki” der. “nasıl evcilleştireceğim seni?”
Tilki yanıtlar “Çok sabırlı olmalısın, önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin.Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır.Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın…Aynı saatte gelmen daha iyi olur.Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım.Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı…Bunlar çoğunlukla ihmal edilir.Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Mesela benim avcımın bir alışkanlığı vardır.Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler.Bu nedenle perşembe günleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler.Ama avcılar herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı.”
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirir. Fakat ayrılık zamanı geldiğinde tilki çok hüzünlenir.. Küçük prens tilkiye evcilleştirildiği için pişman olup olmadığını sorar. Tilki : “buğdayların rengini düşün. Ve sonra gidip güllere bak, ardından gel, sana bir sır vereceğim” der.
Küçük prens öyle yapar. Gidip gül bahçesine baktığında güllerin kendi gülüne hiç benzemediğini, özel ve güzel olanın kendi gülü olduğunu anlar.
Tilkinin yanına döndüğünde tilki ona şu mühim sırrı verir : İnsan yalnız yüreği ile doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler görmez. Gülünü senin için önemli kılan onun için harcadığın zamandır. İnsanlar unuturlar bunu, ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeylerden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun. “
Çocuklara mesuliyet duygusunu , sorumluluk bilincini aktarabilmek için Küçük Prens masalı bir alternatif olsun istedim.
Ve masal seven biz büyüklere de…
Malzemeler:
1 paket margarin (oda sıcaklığında)
4 kaşık buğday nişastası
1 kahve fincanı sıvı yağ
3 kaşık pudra şekeri
Alabildiği kadar un (4,5 – 5 bardak)
Üzerine 1 çay bardağı kadar pudra şekeri
Yapılışı:
Margarin, sıvıyağ ve pudra şekerini krema kıvamına gelene kadar karıştırıyoruz.
Nişastayı katıyoruz. Alabildiği kadar da ununu ekleyerek hamuru yoğuruyoruz.
Sonra hamurdan kalınca bir parça koparıp uzun bir rulo yapıyoruz . Ruloyu bıçakla 2-3 parmak kalınlığında kesip yağlı kağıt serili tepsiye diziyoruz.
Önceden ısıtılmış 160C fırında pişiriyoruz.
Fırından çıkınca üzerine pudra şekeri serpiyoruz.
Aziz Mahmut bu kurabiyeye bayılır.
Çocuklarınızın beslenme çantalarına , ana menü yanına koyabilirsiniz.
Afiyet olsun.
Tv başında çizgi filme dalmış Azizi görünce “füze yapalım mı?” dedim ve çığlıklarla dolu bir sevinç ile aldım yanıtımı
“Yupiiippppiieeeee” 🙂
Önce kalıp çıkardık, sonra kalıpları tek tek kesip fotoğraftaki gibi yapıştırdık.
Füzemizin camlarını da şablon ile çizip, kesip yapıştırdık
Sonra füzenin gövdelerini birbirine ekleyip plastik bardağımıza monte ettik.
Ama evvela bardağımızın altına fotoğraftaki gibi lastik geçirip düğümledik.
Bir başka plastik bardağın üzerine geçirip bastırıp bırakınca vıınnnnnn!
Mükemmel uçuyor 🙂
“Oma…”’yı, bu çok özel kişisel hatıratı yayınlayarak kamuya açmaya karar vermemin asıl sebebi, kendini ne kadar değersiz ya da önemsiz kabul ederse etsin, herkesi, kendi en yakınlarına kendine dair yazılı bir belge bırakmaya özendirmek çünkü insan ancak kendiyle hesaplaşarak “insan” olur ve bir toplumun, bir dönemin gerçek tarihi ancak kendiyle hesaplaşan “insan”ların yazdıklarıyla belgelenir.
“Oma…” yalnızca bu ülkenin çok özel bir döneminin, çok özel bir tanıklığının belgesi değil, aynı zamanda bir davettir: kişisel bir tarih şuuru geliştirebilmek için anı yazmaya, hoşgörüye, önyargısızlığa ve herkesi “kendi-yalnızca kendi” olmaya açık bir davet!